Bir ekosistem yerküre kadar büyük veya akvaryum kadar küçük olabilir fakat her ekosistem belirli bileşenlerden oluşur.
Bunların bir bölümü abiyotik faktörler yani cansız faktörlerken bir bölümü de biyotik yani canlı faktörlerdir.
Acaba cansız faktörler neler tabii ki ışık, sıcaklık, iklim, toprak ve mineraller, su, ortamın PH değeri, abiyotik faktörlerdir.
Şimdi gelelim canlı olan faktörlere.Tabii ki üreticiler yani ototroflar, tüketiciler yani heterotroflar ve ayrıştırıcılar. Ayrıştırıcılara saprofitler ya da çürükçüller de denir.
İimdi ilk olarak cansız faktörlerden olan ışıkla başlayalım.
Burada ışık derken aslında enerji kaynağımız olan güneşten bahsediyorum. Yeryüzündeki enerjinin asıl kaynağı güneştir. Güneş ışığından gelen ve fotosentez işlemi sırasında klorofil tarafından yakalanan güneş enerjisi ekosistemlerin çalışmasına olumlu katkı yapar.
Fotosentez yapan üretici canlılar ışık enerjisini kullanarak inorganik maddelerden organik maddeler sentezler.
Mesela bitkileri düşünün.
Bitkiler fotosentez yapabilir.
Bitkiler bu ışık enerjisi sayesinde karbondioksit ve su gibi inorganik maddeleri kullanarak glikoz gibi organik bileşikleri sentezler.
Pek çok bitkide büyüme, gelişme, çiçeklenme ve yaprak dökümü gibi fizyolojik olaylar da bitkilerin ışık alma süresine göre belirlenir.
Ekosisteme ulaşan ışığın miktarı bitkilerin dağılımını da belirler.
Hayvanlar üzerinde de ışık tabii ki önemlidir.
Hayvanlarda üreme, avlanma ve göç etme gibi faaliyetler ışığa bağlı olarak gerçekleşir. Bazı hayvanlar gündüz, bazı hayvanlarda gece daha aktiftir.
Mesela yarasaları düşünün. Yarasalar gece aktiftir.
Sucul ekosistemlerde ışık belirli derinliklerin ötesine geçemediği için tür çeşitliliği ve sayısını sınırlandırır.
Bu arada ile organik maddelerin oksitlenmesi ile elde edilen bir enerji de vardır.
Bu durumda kemosentez sırasında gözlenir.
Yani demek istediğim şey şu; bütün üretici canlılar ışık enerjisini kullanmaz. Şimdi gelelim sıcaklığa.
Doğada yıl boyunca mevsime, iklime, yükseltiye, gece ve gündüze bağlı olarak sıcaklık değişiklikleri görülür. Canlılar kendileri için uygun çevre sıcaklığının olduğu ortamlara yerleşip yaşayabilir.
Çoğu tür belirli bir sıcaklık aralığında çoğalır ve dağılım gösterir.
Hayvanlarda göç etme, kış uykusuna yatma, üreme,metabolizma hızı ve hareket gibi faaliyetler sıcaklık değişimlerinden etkilenir.
Vücudumuzdaki enzimlerin çalışabilmesi için de sıcaklık değerlerinin belirli aralıkta olması gerekir.
Sıcaklığın çok fazla artışı enzimlerin yapısını bozar.
Çok düşük sıcaklıklarda da enzimlerin yapısı bozulmaz fakat çalışamazlar. Yine bitkilerin yayılış alanı da sıcaklığa göre değişim gösterir.
Örneğin ülkemizde Akdeniz, İç Anadolu ve Karadeniz Bölgesinde bitki çeşitliliği birbirinden farklıdır.
Belirli bir bölgede uzun zaman aralığında etkili olan atmosfer koşullarına iklim denir.
Bir bölgenin iklimini o bölgenin ekvatoru olan uzaklığı, deniz seviyesinden yüksekliği, denize uzaklığı, yeryüzü şekiller,i bitki örtüsü gibi faktörler belirler.
İklim canlıların gelişimini, üremelerini, yeryüzüne yayılışlarını ve davranışlarını şekillendirir.
Örneğin ülkemizde çay ve fındık gibi bitkiler karadeniz ikliminin hakim olduğu Karadeniz Bölgesinde yaygın bir şekilde yetiştirilirken portakal, turunç, muz gibi bitkiler Akdeniz ikliminin hakim olduğu Akdeniz bölgesinde yaygın olarak yetiştirilir Ayrıca ekosistemde geniş alanlarda görülen iklime makroklima, özel şartlar nedeniyle farklılık gösteren küçük alanlarda görülen iklime ise mikroklima adı verilir. Toprağın yapısında da organik ve inorganik maddeler bulunur.
Topraktaki organik maddelerin kaynağı da çürümüş bitki ve hayvan kalıntılarıdır.
İnorganik maddeler ise su ve çeşitli minerallerdir.
Toprak birçok canlıya yaşama ortamı oluşturur.
Toprağın en verimli katmanı yüzeye yakın olan yaklaşık yirmi santimetrelik kısımdır.
Toprağın özellikleri de taşıdığı maddelerin yoğunluklarına göre değişir. Bu maddelerin yoğunluğu toprak tiplerini belirler. Örneğin humuslu toprak tipi organik madde bakımından çok zengindir.
Bu nedenle de tarıma en elverişli olan topraktır.
Azot, fosfor, potasyum, kalsiyum, kükürt, demir, çinko ve bakır molibden ve mangan gibi mineraller toprakta bulunur.
Topraktaki mineraller bitkiler tarafından suda çözünmüş olarak kökleriyle alınır.
Şimdi de yaşam için çok çok önemli olan suyu konuşalım. Vücudumuzdaki enzimler ortamdaki su miktarının belirli bir değerin altına düşmesi durumunda çalışamaz.
Bu değer genellikle yüzde 15'tir. Karasal ekosistemlerde bitkiler suyu terleme ile sıcaklığı ayarlamada, fotosentezde ve biraz önce anlattığım gibi mineralleri topraktan alabilmek için kullanır.
Bitkiler su kaybını engellemek için çeşitli adaptasyonlar gerçekleştirmiştir. Mesela nemli bölgelerde yaşayan bitkilerin yaprak yüzeyleri geniştir.
Ancak kurak yerlerde yaşayan bitkilerin yaprak yüzeyleri oldukça dardır. Kaktüsleri düşünebilirsiniz.
Bu durum terlemeyi azaltır ve su kaybını engeller.
Su atmosfere verilen oksijenin de kaynağıdır.
Besinlerin hidroliz edilmesinde yani sindiriminde de görev alır.
Çok da iyi bir çözücüdür. Her canlının yaşamını sürdürdüğü uygun bir pH değeri vardır.
Karasal ve sucul ekosistemlerde bilinçsizce kullanılan tarım ilaçları, gübreler, asit yağmurları, kimyasal atıklar, çöp ve kanalizasyon atıkları pH değişikliklerine neden olur.
Toprağın pH değerinin değişmesi de bitkileri ve bunlarla beslenen diğer canlıları etkiler.
Abiyotik faktörleri bitirdik şimdi de biyotik faktörlere gelelim.
İnorganik maddeleri organik maddelere dönüştürerek kendi besinlerini üreten canlılara üretici denir.
Fotosentez veya kemosentez deyince aklınıza üretici bir canlı gelebilir.
Eğer bir canlı fotosentez yapıyor ise fotoototrof, kemosentez yapıyor ise de kemoototrof denir.
Fotosentez yapanlar güneş ışığını soğurarak elde ettikleri enerji ile organik madde sentezler. Tam parazitler hariç bitkiler, öglena, algler, fitoplanktonlar gibi birçok canlı fotosentez yapar.
Hatta prokaryot olan siyanobakteriler bile fotosentez yapar.
Kemoototroflar ise inorganik bileşikleri oksitleyerek elde ettikleri enerji ile organik madde sentezler.
Kemosentezi sadece prokaryot canlılar yapabilir.
Nitrit ve nitrat bakterileri buna örnektir.
Tıpkı bizim gibi besinlerini dışarıdan hazır olarak alan canlılara tüketici denir.
Bazı bakteriler, protistlerin birçoğu, mantarlar ve hayvanlar tüketicidir.
Amip, paramesyum protistlere örnektir.
Son olarak ayrıştırıcılardan bahsedelim. Ayrıştırıcı canlılar da aslında tüketicidir.
Yani bu canlılar fotosentez veya kemosentez yapamaz. Bunlar ölü kalıntıları hücre dışına salgıladıkları enzimler sayesinde inorganik maddelere kadar parçalar.
Sonra da bunları yeniden üreticilerin kullanımına sunarlar.
Yani madde döngüsüne yardım etmiş olurlar.
Bazı bakteriler, bazı mantarlar, hatta omurgasız hayvanlardan olan bazı solucanlar ayrıştırıcılara örnektir.
Bunların bir bölümü abiyotik faktörler yani cansız faktörlerken bir bölümü de biyotik yani canlı faktörlerdir.
Acaba cansız faktörler neler tabii ki ışık, sıcaklık, iklim, toprak ve mineraller, su, ortamın PH değeri, abiyotik faktörlerdir.
Şimdi gelelim canlı olan faktörlere.Tabii ki üreticiler yani ototroflar, tüketiciler yani heterotroflar ve ayrıştırıcılar. Ayrıştırıcılara saprofitler ya da çürükçüller de denir.
İimdi ilk olarak cansız faktörlerden olan ışıkla başlayalım.
Burada ışık derken aslında enerji kaynağımız olan güneşten bahsediyorum. Yeryüzündeki enerjinin asıl kaynağı güneştir. Güneş ışığından gelen ve fotosentez işlemi sırasında klorofil tarafından yakalanan güneş enerjisi ekosistemlerin çalışmasına olumlu katkı yapar.
Fotosentez yapan üretici canlılar ışık enerjisini kullanarak inorganik maddelerden organik maddeler sentezler.
Mesela bitkileri düşünün.
Bitkiler fotosentez yapabilir.
Bitkiler bu ışık enerjisi sayesinde karbondioksit ve su gibi inorganik maddeleri kullanarak glikoz gibi organik bileşikleri sentezler.
Pek çok bitkide büyüme, gelişme, çiçeklenme ve yaprak dökümü gibi fizyolojik olaylar da bitkilerin ışık alma süresine göre belirlenir.
Ekosisteme ulaşan ışığın miktarı bitkilerin dağılımını da belirler.
Hayvanlar üzerinde de ışık tabii ki önemlidir.
Hayvanlarda üreme, avlanma ve göç etme gibi faaliyetler ışığa bağlı olarak gerçekleşir. Bazı hayvanlar gündüz, bazı hayvanlarda gece daha aktiftir.
Mesela yarasaları düşünün. Yarasalar gece aktiftir.
Sucul ekosistemlerde ışık belirli derinliklerin ötesine geçemediği için tür çeşitliliği ve sayısını sınırlandırır.
Bu arada ile organik maddelerin oksitlenmesi ile elde edilen bir enerji de vardır.
Bu durumda kemosentez sırasında gözlenir.
Yani demek istediğim şey şu; bütün üretici canlılar ışık enerjisini kullanmaz. Şimdi gelelim sıcaklığa.
Doğada yıl boyunca mevsime, iklime, yükseltiye, gece ve gündüze bağlı olarak sıcaklık değişiklikleri görülür. Canlılar kendileri için uygun çevre sıcaklığının olduğu ortamlara yerleşip yaşayabilir.
Çoğu tür belirli bir sıcaklık aralığında çoğalır ve dağılım gösterir.
Hayvanlarda göç etme, kış uykusuna yatma, üreme,metabolizma hızı ve hareket gibi faaliyetler sıcaklık değişimlerinden etkilenir.
Vücudumuzdaki enzimlerin çalışabilmesi için de sıcaklık değerlerinin belirli aralıkta olması gerekir.
Sıcaklığın çok fazla artışı enzimlerin yapısını bozar.
Çok düşük sıcaklıklarda da enzimlerin yapısı bozulmaz fakat çalışamazlar. Yine bitkilerin yayılış alanı da sıcaklığa göre değişim gösterir.
Örneğin ülkemizde Akdeniz, İç Anadolu ve Karadeniz Bölgesinde bitki çeşitliliği birbirinden farklıdır.
Belirli bir bölgede uzun zaman aralığında etkili olan atmosfer koşullarına iklim denir.
Bir bölgenin iklimini o bölgenin ekvatoru olan uzaklığı, deniz seviyesinden yüksekliği, denize uzaklığı, yeryüzü şekiller,i bitki örtüsü gibi faktörler belirler.
İklim canlıların gelişimini, üremelerini, yeryüzüne yayılışlarını ve davranışlarını şekillendirir.
Örneğin ülkemizde çay ve fındık gibi bitkiler karadeniz ikliminin hakim olduğu Karadeniz Bölgesinde yaygın bir şekilde yetiştirilirken portakal, turunç, muz gibi bitkiler Akdeniz ikliminin hakim olduğu Akdeniz bölgesinde yaygın olarak yetiştirilir Ayrıca ekosistemde geniş alanlarda görülen iklime makroklima, özel şartlar nedeniyle farklılık gösteren küçük alanlarda görülen iklime ise mikroklima adı verilir. Toprağın yapısında da organik ve inorganik maddeler bulunur.
Topraktaki organik maddelerin kaynağı da çürümüş bitki ve hayvan kalıntılarıdır.
İnorganik maddeler ise su ve çeşitli minerallerdir.
Toprak birçok canlıya yaşama ortamı oluşturur.
Toprağın en verimli katmanı yüzeye yakın olan yaklaşık yirmi santimetrelik kısımdır.
Toprağın özellikleri de taşıdığı maddelerin yoğunluklarına göre değişir. Bu maddelerin yoğunluğu toprak tiplerini belirler. Örneğin humuslu toprak tipi organik madde bakımından çok zengindir.
Bu nedenle de tarıma en elverişli olan topraktır.
Azot, fosfor, potasyum, kalsiyum, kükürt, demir, çinko ve bakır molibden ve mangan gibi mineraller toprakta bulunur.
Topraktaki mineraller bitkiler tarafından suda çözünmüş olarak kökleriyle alınır.
Şimdi de yaşam için çok çok önemli olan suyu konuşalım. Vücudumuzdaki enzimler ortamdaki su miktarının belirli bir değerin altına düşmesi durumunda çalışamaz.
Bu değer genellikle yüzde 15'tir. Karasal ekosistemlerde bitkiler suyu terleme ile sıcaklığı ayarlamada, fotosentezde ve biraz önce anlattığım gibi mineralleri topraktan alabilmek için kullanır.
Bitkiler su kaybını engellemek için çeşitli adaptasyonlar gerçekleştirmiştir. Mesela nemli bölgelerde yaşayan bitkilerin yaprak yüzeyleri geniştir.
Ancak kurak yerlerde yaşayan bitkilerin yaprak yüzeyleri oldukça dardır. Kaktüsleri düşünebilirsiniz.
Bu durum terlemeyi azaltır ve su kaybını engeller.
Su atmosfere verilen oksijenin de kaynağıdır.
Besinlerin hidroliz edilmesinde yani sindiriminde de görev alır.
Çok da iyi bir çözücüdür. Her canlının yaşamını sürdürdüğü uygun bir pH değeri vardır.
Karasal ve sucul ekosistemlerde bilinçsizce kullanılan tarım ilaçları, gübreler, asit yağmurları, kimyasal atıklar, çöp ve kanalizasyon atıkları pH değişikliklerine neden olur.
Toprağın pH değerinin değişmesi de bitkileri ve bunlarla beslenen diğer canlıları etkiler.
Abiyotik faktörleri bitirdik şimdi de biyotik faktörlere gelelim.
İnorganik maddeleri organik maddelere dönüştürerek kendi besinlerini üreten canlılara üretici denir.
Fotosentez veya kemosentez deyince aklınıza üretici bir canlı gelebilir.
Eğer bir canlı fotosentez yapıyor ise fotoototrof, kemosentez yapıyor ise de kemoototrof denir.
Fotosentez yapanlar güneş ışığını soğurarak elde ettikleri enerji ile organik madde sentezler. Tam parazitler hariç bitkiler, öglena, algler, fitoplanktonlar gibi birçok canlı fotosentez yapar.
Hatta prokaryot olan siyanobakteriler bile fotosentez yapar.
Kemoototroflar ise inorganik bileşikleri oksitleyerek elde ettikleri enerji ile organik madde sentezler.
Kemosentezi sadece prokaryot canlılar yapabilir.
Nitrit ve nitrat bakterileri buna örnektir.
Tıpkı bizim gibi besinlerini dışarıdan hazır olarak alan canlılara tüketici denir.
Bazı bakteriler, protistlerin birçoğu, mantarlar ve hayvanlar tüketicidir.
Amip, paramesyum protistlere örnektir.
Son olarak ayrıştırıcılardan bahsedelim. Ayrıştırıcı canlılar da aslında tüketicidir.
Yani bu canlılar fotosentez veya kemosentez yapamaz. Bunlar ölü kalıntıları hücre dışına salgıladıkları enzimler sayesinde inorganik maddelere kadar parçalar.
Sonra da bunları yeniden üreticilerin kullanımına sunarlar.
Yani madde döngüsüne yardım etmiş olurlar.
Bazı bakteriler, bazı mantarlar, hatta omurgasız hayvanlardan olan bazı solucanlar ayrıştırıcılara örnektir.