Bildiğimiz gibi yiyeceklerde birçok besin maddesi bulunur.
Buraya çizdiğim hamburgerde de tabii ki.
Şimdi bu hamburgerin içinde bulunan yağın yolculuğundan bahsedelim.
Hamburger sevmeyen pek yoktur sanırım değil mi?
Hamburgeri yedik ve ağzımızda çiğneyerek mekanik sindirim yapmaya başladık.
Daha sonra buradan mideye geldi ve midede de çalkalama hareketleriyle mekanik sindirim devam etti.
Ancak buralarda kimyasal sindirim gerçekleşmez.
İnce bağırsakta yağların hem mekanik hem de kimyasal sindirimi gerçekleşir.
Yağların sindirimi safra kesesinden ince bağırsağa gelen safra sıvısının yağları yağ damlacıkları haline dönüştürmesiyle başlar.
Burada safra mekanik sindirim yapmaktadır.
Mekanik sindirim sonucu enzimlerin etki edeceği yüzey alanı artar.
Daha sonra yağ damlacıkları lipaz enzimi yardımıyla gliserol ve yağ asitlerine kadar parçalanır.
Pankreasın ürettiği lipaz enzimi ince bağırsağa virsung kanalıyla taşınır.
Böylece ince bağırsakta yağların sindirimi tamamlanmış olur.
Şimdi gelelim nükleik asitlerin sindirimine.
Nükleik asitler deyince aklımıza DNA ve RNA gelmelidir.
Bunlar öncelikle nükleazlar tarafından nükleotitlere kadar parçalanır.
Nükleazlar DNAz ve RNaz enzimleridir.
Burada bir nükleotit görüyoruz.
Bir nükleotidin yapısında baz, şeker ve fosfat bulunur.
Ancak bu hala büyük bir molekül.
Yani hücre zarından geçemez.
Şimdi devreye nükleotit sindiren enzimler girer.
Bu enzimler buradaki bağları kopartır.
Açığa azotlu bazlar, şekerler ve fosfatlar çıkar.
Buradaki bazlar adenin, timin, guanin, sitozin, urasil olabilir.
Şekerler ise deoksiriboz veya riboz olabilir.
Bunlar molekülün DNA veya RNA oluşuna göre değişiklik gösterir.
Nükleaz enzimlerini pankreasın ürettiği hatırlıyoruz değil mi?
Nükleotit sindiren enzimleri ise ince bağırsak üretmektedir.
Fark ettiyseniz ağızda ve midede nükleik asit sindirimi gerçekleşmedi.
Yani nükleik asitlerin sindirimi ince bağırsakta oluyor.
Artık emilime geçebiliriz.
Sindirim kanalında sindirilmiş besinlerin mukozadaki epitel hücreleri tarafından alınarak kana veya lenfe verilmesine emilim denir.
Midede henüz sindirim tamamlanmadığı ve emilim yüzeyi yeterince büyük olmadığı için emilim azdır.
Yağda çözünen ilaçlar ve alkol gibi bazı maddeler mideden emilir.
Emilimin önemli bir kısmı ince bağırsakta gerçekleşir.
Bunun nedeni ince bağırsakta bulunan villus ve mikrovilluslardır.
Villus ve mikrovilluslar ince bağırsaktaki emilim yüzey alanını oldukça arttırmış durumdadır.
Şimdi size bu şekil üzerinden sindirilmiş besinlerin kana karışımını anlatmak istiyorum.
Bazı maddeler ince bağırsakta emilerek kılcal kan damarlarına geçer.
Bu maddeleri bilmemiz gerekiyor.
Bunlar glikoz, fruktoz, galaktoz, amino asitler, kısa zincirli yağ asitleri, B ve C vitaminleri, su ve minerallerdir.
Bunlar kan damarına pasif ve aktif taşımayla geçebilir.
Geçiş sadece pasif olsaydı iki taraf da bu maddelerin konsantrasyonu eşitlenince madde transferi sona ererdi.
Yani maddelerin büyük bir kısmı emilemez ince bağırsağın içinde kalırdı.
Aktif taşımanın olması besin maddelerinin hemen hepsinin kana geçişini garantiler.
Diyelim ki bol karbonhidratlı bir yiyecek yediniz.
İnce bağırsağınızda sindirim tamamlandı ve glikozlar açığa çıktı.
Bu çizdiklerim glikoz molekülleri olsun.
Glikozlar villus ve mikrovilluslar tarafından emilerek kılcal kan damarına geçer.
Buradan sonra kapı toplardamarıyla karaciğere ulaşır.
Karaciğer kapı toplardamarındaki kanla gelen besin maddelerinin birçoğunu birbirine dönüştürebilir.
Bu nedenle karaciğeri terk eden kandaki besin maddelerinin oranı kapı toplardamarındaki kandan farklı olabilir.
Yani mesela karaciğere gelen glikozların birçoğunun glikojene dönüştüğünü düşünelim.
Bu durumda karaciğer üstü toplardamarındaki glikoz kapı toplardamarındakinden daha az olacaktır.
Karaciğerden çıkıp karaciğer üstü toplardamarına geçen glikozlar buradan da alt ana toplardamara geçer ve sonrasında kalbin sağ kulakçığına gelmiş olur.
Şimdi size bir soru sormak istiyorum.
Diyelim ki açsınız.
Aç olduğunuz zaman karaciğer üstü toplardamarındaki mi yoksa kapı toplardamarındaki glikoz miktarı mı daha yüksek olur?
Videoyu durdurarak biraz düşünebilirsiniz.
Evet herkes karaciğer üstü toplardamarı cevabını verdi değil mi?
Çünkü açsınız ve açken kapı toplardamarındaki glikoz miktarının yüksek olmasını bekleyemeyiz.
Açken karaciğer depoladığı glikojeni glikoza dönüştürür ve karaciğer üstü toplardamarına verir.
Şimdi gelelim lenf kılcallarına geçenlere.
Sarı ile gösterdiklerim lenf damarları.
Bunların ne olduğunu hemen yazıyorum.
Şilomikron, yağda çözünen A, D, E ve K vitaminleri, su ve mineraller bu yolla taşınır.
Şilomikronun ne olduğunu birazdan konuşuyor olacağız.
Bu maddeler ince bağırsakta emildikten sonra lenf kılcallarına geçer.
Sonrasında lenf düğümlerine ulaşır.
Buradan peke sarnıcına, sonra göğüs kanalına gelir.
Sonrasında sol köprücük altı toplardamarı ve üst ana toplardamara bağlanarak kalbin sağ kulakçığına gelmiş olur.
Fark ettiyseniz lenfle taşınanların bile kana karıştığı bir yer var.
Burası sol köprücük altı toplardamarıdır.
Fark ettiyseniz kan yoluyla ve lenf yoluyla taşınan maddelerin ilk karşılaştıkları yerde sağ kulakçıktır diyebiliriz.
Son olarak şilomikrondan bahsetmek istiyorum.
Yağların sindirimi sonucu oluşan yağ asidi ve gliserol bağırsak epitel hücrelerine geçer.
Burada birleştirilerek tekrar yağa dönüştürülür.
Bu yağ molekülü olsun.
Bu yağın etrafı kolesterol ve özel proteinlerle sarılır.
İşte buna şilomikron diyoruz.
Yağlar suda çözünemediği halde şilomikronlar suda çözünebilir özelliktedir.
Buraya çizdiğim hamburgerde de tabii ki.
Şimdi bu hamburgerin içinde bulunan yağın yolculuğundan bahsedelim.
Hamburger sevmeyen pek yoktur sanırım değil mi?
Hamburgeri yedik ve ağzımızda çiğneyerek mekanik sindirim yapmaya başladık.
Daha sonra buradan mideye geldi ve midede de çalkalama hareketleriyle mekanik sindirim devam etti.
Ancak buralarda kimyasal sindirim gerçekleşmez.
İnce bağırsakta yağların hem mekanik hem de kimyasal sindirimi gerçekleşir.
Yağların sindirimi safra kesesinden ince bağırsağa gelen safra sıvısının yağları yağ damlacıkları haline dönüştürmesiyle başlar.
Burada safra mekanik sindirim yapmaktadır.
Mekanik sindirim sonucu enzimlerin etki edeceği yüzey alanı artar.
Daha sonra yağ damlacıkları lipaz enzimi yardımıyla gliserol ve yağ asitlerine kadar parçalanır.
Pankreasın ürettiği lipaz enzimi ince bağırsağa virsung kanalıyla taşınır.
Böylece ince bağırsakta yağların sindirimi tamamlanmış olur.
Şimdi gelelim nükleik asitlerin sindirimine.
Nükleik asitler deyince aklımıza DNA ve RNA gelmelidir.
Bunlar öncelikle nükleazlar tarafından nükleotitlere kadar parçalanır.
Nükleazlar DNAz ve RNaz enzimleridir.
Burada bir nükleotit görüyoruz.
Bir nükleotidin yapısında baz, şeker ve fosfat bulunur.
Ancak bu hala büyük bir molekül.
Yani hücre zarından geçemez.
Şimdi devreye nükleotit sindiren enzimler girer.
Bu enzimler buradaki bağları kopartır.
Açığa azotlu bazlar, şekerler ve fosfatlar çıkar.
Buradaki bazlar adenin, timin, guanin, sitozin, urasil olabilir.
Şekerler ise deoksiriboz veya riboz olabilir.
Bunlar molekülün DNA veya RNA oluşuna göre değişiklik gösterir.
Nükleaz enzimlerini pankreasın ürettiği hatırlıyoruz değil mi?
Nükleotit sindiren enzimleri ise ince bağırsak üretmektedir.
Fark ettiyseniz ağızda ve midede nükleik asit sindirimi gerçekleşmedi.
Yani nükleik asitlerin sindirimi ince bağırsakta oluyor.
Artık emilime geçebiliriz.
Sindirim kanalında sindirilmiş besinlerin mukozadaki epitel hücreleri tarafından alınarak kana veya lenfe verilmesine emilim denir.
Midede henüz sindirim tamamlanmadığı ve emilim yüzeyi yeterince büyük olmadığı için emilim azdır.
Yağda çözünen ilaçlar ve alkol gibi bazı maddeler mideden emilir.
Emilimin önemli bir kısmı ince bağırsakta gerçekleşir.
Bunun nedeni ince bağırsakta bulunan villus ve mikrovilluslardır.
Villus ve mikrovilluslar ince bağırsaktaki emilim yüzey alanını oldukça arttırmış durumdadır.
Şimdi size bu şekil üzerinden sindirilmiş besinlerin kana karışımını anlatmak istiyorum.
Bazı maddeler ince bağırsakta emilerek kılcal kan damarlarına geçer.
Bu maddeleri bilmemiz gerekiyor.
Bunlar glikoz, fruktoz, galaktoz, amino asitler, kısa zincirli yağ asitleri, B ve C vitaminleri, su ve minerallerdir.
Bunlar kan damarına pasif ve aktif taşımayla geçebilir.
Geçiş sadece pasif olsaydı iki taraf da bu maddelerin konsantrasyonu eşitlenince madde transferi sona ererdi.
Yani maddelerin büyük bir kısmı emilemez ince bağırsağın içinde kalırdı.
Aktif taşımanın olması besin maddelerinin hemen hepsinin kana geçişini garantiler.
Diyelim ki bol karbonhidratlı bir yiyecek yediniz.
İnce bağırsağınızda sindirim tamamlandı ve glikozlar açığa çıktı.
Bu çizdiklerim glikoz molekülleri olsun.
Glikozlar villus ve mikrovilluslar tarafından emilerek kılcal kan damarına geçer.
Buradan sonra kapı toplardamarıyla karaciğere ulaşır.
Karaciğer kapı toplardamarındaki kanla gelen besin maddelerinin birçoğunu birbirine dönüştürebilir.
Bu nedenle karaciğeri terk eden kandaki besin maddelerinin oranı kapı toplardamarındaki kandan farklı olabilir.
Yani mesela karaciğere gelen glikozların birçoğunun glikojene dönüştüğünü düşünelim.
Bu durumda karaciğer üstü toplardamarındaki glikoz kapı toplardamarındakinden daha az olacaktır.
Karaciğerden çıkıp karaciğer üstü toplardamarına geçen glikozlar buradan da alt ana toplardamara geçer ve sonrasında kalbin sağ kulakçığına gelmiş olur.
Şimdi size bir soru sormak istiyorum.
Diyelim ki açsınız.
Aç olduğunuz zaman karaciğer üstü toplardamarındaki mi yoksa kapı toplardamarındaki glikoz miktarı mı daha yüksek olur?
Videoyu durdurarak biraz düşünebilirsiniz.
Evet herkes karaciğer üstü toplardamarı cevabını verdi değil mi?
Çünkü açsınız ve açken kapı toplardamarındaki glikoz miktarının yüksek olmasını bekleyemeyiz.
Açken karaciğer depoladığı glikojeni glikoza dönüştürür ve karaciğer üstü toplardamarına verir.
Şimdi gelelim lenf kılcallarına geçenlere.
Sarı ile gösterdiklerim lenf damarları.
Bunların ne olduğunu hemen yazıyorum.
Şilomikron, yağda çözünen A, D, E ve K vitaminleri, su ve mineraller bu yolla taşınır.
Şilomikronun ne olduğunu birazdan konuşuyor olacağız.
Bu maddeler ince bağırsakta emildikten sonra lenf kılcallarına geçer.
Sonrasında lenf düğümlerine ulaşır.
Buradan peke sarnıcına, sonra göğüs kanalına gelir.
Sonrasında sol köprücük altı toplardamarı ve üst ana toplardamara bağlanarak kalbin sağ kulakçığına gelmiş olur.
Fark ettiyseniz lenfle taşınanların bile kana karıştığı bir yer var.
Burası sol köprücük altı toplardamarıdır.
Fark ettiyseniz kan yoluyla ve lenf yoluyla taşınan maddelerin ilk karşılaştıkları yerde sağ kulakçıktır diyebiliriz.
Son olarak şilomikrondan bahsetmek istiyorum.
Yağların sindirimi sonucu oluşan yağ asidi ve gliserol bağırsak epitel hücrelerine geçer.
Burada birleştirilerek tekrar yağa dönüştürülür.
Bu yağ molekülü olsun.
Bu yağın etrafı kolesterol ve özel proteinlerle sarılır.
İşte buna şilomikron diyoruz.
Yağlar suda çözünemediği halde şilomikronlar suda çözünebilir özelliktedir.