Böbrek, nefronlarda idrar oluşturma işlevini, süzülme, geri emilim ve salgılama olmak üzere üç aşamada gerçekleştiriyordu.
Süzülme kısmını bir önceki videoda anlatmıştım.
Yüksek kan basıncının etkisiyle glomerulus kılcallarında bulunan ve zardan geçebilecek büyüklükteki maddelerin Bowman kapsülüne geçmesine süzülme adını vermiştik.
Bu esnada ATP harcanmıyordu ve Bowman kapsülünün içinde bulunan sıvıya da süzüntü adını vermiştik. Süzüntünün içerisinde su, glikoz, amino asitler, vitaminler, çeşitli tuzlar gibi birçok madde bulunuyordu.
Yani süzüntünün içerisinde yararlı maddeler de var ve bunları vücuttan dışarıya atmamamız gerekiyor.
Eğer bu maddeler bu kanalın içerisinde kalırsa en sonda idrar oluşturulacak ve böylece vücut dışına atılmış olacak.
İşte geri emilimle bu önemli maddeleri tekrar kana almış oluyoruz.
Yani geri emilim vücutta su ve madde kaybını önleyen önemli bir mekanizmadır.
Maddeler geri emilim ile yeniden dolaşıma katılır.
Nefron tübülleri ve toplama kanalı geri emilimde görevlidir.
Glomerulus ve Bowman kapsülünde geri emilim gerçekleşmez.
Burada sadece süzülme oluyordu.
Buradaki ters C şeklindeki yapıya Bowman kapsülü dediğimizi hatırlıyoruz değil mi?
Ben buraya nefron kanallarını düz çizdim ama aslında bunlar kıvrımlı yapıya sahiptir.
Bu durum yüzey genişliği sağlar.
Bu da geri emilen maddelerin miktarını arttırır.
Yani bunların kıvrımlı yapıda olmasını ince bağırsağımızda bulunan villus ve mikrovilluslara da benzetebilirsiniz. Hatırlarsanız onlar da yüzey genişliği sağlıyordu ve böylece geri emilim miktarını arttırmış oluyorlardı.
Bu kanalların etrafında bulunan kılcal damarlar da geri emilimi kolaylaştırıyor.
Bunlara tübül kılcalları adını da vermiştik. Geri emilim pasif ya da aktif taşıma ile olur. Yani bazen ATP harcanır bazen harcanmaz.
Şu kısma proksimal tüp adını vermiştik, şimdi proksimal tüpte geri emilen maddeleri konuşalım.
Su, glikoz, amino asit, vitamin gibi besinler; bikarbonat iyonları, tuz, potasyum gibi maddeler burada emilir.
Emildikten sonra buradaki tübül kılcallarına geçmiş olurlar.
Buradaki U şeklindeki yapı Henle kulpuydu.
Burası Henle kulpunun inen kolu ve burası da çıkan kolu. Henle kulpunun inen kolunda su emilir, çıkan kolunda ise yalnızca tuzlar geri emilir.
Çünkü Henle kulpunun çıkan kolu suya karşı geçirgen değildir. Böbrekte kabuk ve öz kısımlarının bulunduğunu hatırlıyorsunuzdur.
Alt tarafta kalan kısım öz, üst tarafta kalan kısım ise kabuktur.
Yani nefronlar böbrekte bu şekilde konumlanmıştır.
Öz kısmındaki tuz emilimi difüzyonla gerçekleşir. Kabuk kısmındaki tuz emilimi ise aktif taşıma ile gerçekleşir.
Çünkü difüzyonda moleküller çoktan aza geçerler ancak aktif taşımada moleküller azdan çoğa doğru geçerler.
Bir de burada Henle kulpu adaptasyonundan bahsetmek istiyorum. Çöl gibi kurak bölgelerde yaşayan memeli hayvan türlerinin Henle kulpları oldukça uzundur.
Sizce bunun sebebi ne olabilir?
Biraz önce Henle kulpunun inan kolunda suyun emildiğini söylemiştim.
Henle kulpunun uzun olması durumunda su emilimi de artar.
Böylece su vücutta tutulmuş olur yani idrarla atılmaz. Bu durumda suyu az olan idrar yani derişik idrar oluşturulmuş olur.
Hatta buna hipertonik idrar da diyebiliriz.
Eğer bir canlı çok sulak bir bölgede yaşıyorsa bu sefer Henle kulpları kısa olabilir. Bu durumda suyun geri emilimi azalır.
O zaman idrarla atılan su miktarı da artar.
Seyreltik, hipotonik idrar oluşturulur.
Bunlar canlıların geliştirdiği önemli adaptasyonlardır.
Şimdi gelelim distal tüpteki emilime.
Distal tüpte bikarbonat iyonlarının, tuzun ve suyun emilimi devam eder ve burası da toplama kanalıydı. Toplama kanalında su, üre ve tuz gibi çözünen maddeler emilir.
Geri emilim olayı proksimal tüpte başlamıştı, toplama kanallarında ise son bulur.
Bu arada ürenin tekrar geri emilmesini şaşırdınız değil mi?
Kandaki madde yoğunluğunu ve ozmotik basıncın sabit tutularak homeostasinin sağlanması için bunların gerçekleşmesi gerekiyor. Peki böbreklerimiz neyin ne kadar geri emileceğini nereden biliyor acaba?
Bunu belirleyen şey elbette ki eşik değerdir.
Bir maddenin kanda bulunması gereken normal miktarına eşik değer diyoruz. Maddenin kandaki miktarı eşik değerinin üzerinde ise geri emilim olmaz, madde idrarla dışarı atılır.
Mesela şeker hastalarını düşünelim. Şeker hastalarında insülinin yetersizliği veya reseptör bozukluklarından kaynaklı olarak kandaki glikoz hücrelere geçemez ve glikoz kanda eşik değerin üzerine çıkar.
Bu nedenle glikozun fazlası idrarla dışarı atılır.
Eğer bu birey sağlıklı olsaydı idrarında glikoz bulunmazdı yani sağlıklı bireylerin idrarında glikoz bulunmaz. Böbrekteki bu geri emilim olaylarında tabii ki hormonlar da etkilidir.
Özellikle parathormon, kalsitonin, ADH gibi hormonlar geri emilimde fazlasıyla görev alır.
Başka bir videoda bunun üzerinde duruyor olacağım.
Son olarak söylemek istediğim bir şey daha var. Süzüntüdeki kalsiyum iyonlarının yüzde doksanı nefron kanallarında geri kalan yüzde onluk kısmı kandaki kalsiyum konsantrasyonuna göre distal tüpte ve toplama kanalında geri emilir.
Ayrıca sağlıklı bir insanda glikoz ve amino asitlerin yüzde yüzü, suyun yüzde doksan dokuzu, sodyumun yüzde doksan dokuz buçuğu, ürenin yüzde ellisi geri emilerek tekrar kana verilir. Kreatinin molekülünün ise geri emilimi olmaz.
Süzülme kısmını bir önceki videoda anlatmıştım.
Yüksek kan basıncının etkisiyle glomerulus kılcallarında bulunan ve zardan geçebilecek büyüklükteki maddelerin Bowman kapsülüne geçmesine süzülme adını vermiştik.
Bu esnada ATP harcanmıyordu ve Bowman kapsülünün içinde bulunan sıvıya da süzüntü adını vermiştik. Süzüntünün içerisinde su, glikoz, amino asitler, vitaminler, çeşitli tuzlar gibi birçok madde bulunuyordu.
Yani süzüntünün içerisinde yararlı maddeler de var ve bunları vücuttan dışarıya atmamamız gerekiyor.
Eğer bu maddeler bu kanalın içerisinde kalırsa en sonda idrar oluşturulacak ve böylece vücut dışına atılmış olacak.
İşte geri emilimle bu önemli maddeleri tekrar kana almış oluyoruz.
Yani geri emilim vücutta su ve madde kaybını önleyen önemli bir mekanizmadır.
Maddeler geri emilim ile yeniden dolaşıma katılır.
Nefron tübülleri ve toplama kanalı geri emilimde görevlidir.
Glomerulus ve Bowman kapsülünde geri emilim gerçekleşmez.
Burada sadece süzülme oluyordu.
Buradaki ters C şeklindeki yapıya Bowman kapsülü dediğimizi hatırlıyoruz değil mi?
Ben buraya nefron kanallarını düz çizdim ama aslında bunlar kıvrımlı yapıya sahiptir.
Bu durum yüzey genişliği sağlar.
Bu da geri emilen maddelerin miktarını arttırır.
Yani bunların kıvrımlı yapıda olmasını ince bağırsağımızda bulunan villus ve mikrovilluslara da benzetebilirsiniz. Hatırlarsanız onlar da yüzey genişliği sağlıyordu ve böylece geri emilim miktarını arttırmış oluyorlardı.
Bu kanalların etrafında bulunan kılcal damarlar da geri emilimi kolaylaştırıyor.
Bunlara tübül kılcalları adını da vermiştik. Geri emilim pasif ya da aktif taşıma ile olur. Yani bazen ATP harcanır bazen harcanmaz.
Şu kısma proksimal tüp adını vermiştik, şimdi proksimal tüpte geri emilen maddeleri konuşalım.
Su, glikoz, amino asit, vitamin gibi besinler; bikarbonat iyonları, tuz, potasyum gibi maddeler burada emilir.
Emildikten sonra buradaki tübül kılcallarına geçmiş olurlar.
Buradaki U şeklindeki yapı Henle kulpuydu.
Burası Henle kulpunun inen kolu ve burası da çıkan kolu. Henle kulpunun inen kolunda su emilir, çıkan kolunda ise yalnızca tuzlar geri emilir.
Çünkü Henle kulpunun çıkan kolu suya karşı geçirgen değildir. Böbrekte kabuk ve öz kısımlarının bulunduğunu hatırlıyorsunuzdur.
Alt tarafta kalan kısım öz, üst tarafta kalan kısım ise kabuktur.
Yani nefronlar böbrekte bu şekilde konumlanmıştır.
Öz kısmındaki tuz emilimi difüzyonla gerçekleşir. Kabuk kısmındaki tuz emilimi ise aktif taşıma ile gerçekleşir.
Çünkü difüzyonda moleküller çoktan aza geçerler ancak aktif taşımada moleküller azdan çoğa doğru geçerler.
Bir de burada Henle kulpu adaptasyonundan bahsetmek istiyorum. Çöl gibi kurak bölgelerde yaşayan memeli hayvan türlerinin Henle kulpları oldukça uzundur.
Sizce bunun sebebi ne olabilir?
Biraz önce Henle kulpunun inan kolunda suyun emildiğini söylemiştim.
Henle kulpunun uzun olması durumunda su emilimi de artar.
Böylece su vücutta tutulmuş olur yani idrarla atılmaz. Bu durumda suyu az olan idrar yani derişik idrar oluşturulmuş olur.
Hatta buna hipertonik idrar da diyebiliriz.
Eğer bir canlı çok sulak bir bölgede yaşıyorsa bu sefer Henle kulpları kısa olabilir. Bu durumda suyun geri emilimi azalır.
O zaman idrarla atılan su miktarı da artar.
Seyreltik, hipotonik idrar oluşturulur.
Bunlar canlıların geliştirdiği önemli adaptasyonlardır.
Şimdi gelelim distal tüpteki emilime.
Distal tüpte bikarbonat iyonlarının, tuzun ve suyun emilimi devam eder ve burası da toplama kanalıydı. Toplama kanalında su, üre ve tuz gibi çözünen maddeler emilir.
Geri emilim olayı proksimal tüpte başlamıştı, toplama kanallarında ise son bulur.
Bu arada ürenin tekrar geri emilmesini şaşırdınız değil mi?
Kandaki madde yoğunluğunu ve ozmotik basıncın sabit tutularak homeostasinin sağlanması için bunların gerçekleşmesi gerekiyor. Peki böbreklerimiz neyin ne kadar geri emileceğini nereden biliyor acaba?
Bunu belirleyen şey elbette ki eşik değerdir.
Bir maddenin kanda bulunması gereken normal miktarına eşik değer diyoruz. Maddenin kandaki miktarı eşik değerinin üzerinde ise geri emilim olmaz, madde idrarla dışarı atılır.
Mesela şeker hastalarını düşünelim. Şeker hastalarında insülinin yetersizliği veya reseptör bozukluklarından kaynaklı olarak kandaki glikoz hücrelere geçemez ve glikoz kanda eşik değerin üzerine çıkar.
Bu nedenle glikozun fazlası idrarla dışarı atılır.
Eğer bu birey sağlıklı olsaydı idrarında glikoz bulunmazdı yani sağlıklı bireylerin idrarında glikoz bulunmaz. Böbrekteki bu geri emilim olaylarında tabii ki hormonlar da etkilidir.
Özellikle parathormon, kalsitonin, ADH gibi hormonlar geri emilimde fazlasıyla görev alır.
Başka bir videoda bunun üzerinde duruyor olacağım.
Son olarak söylemek istediğim bir şey daha var. Süzüntüdeki kalsiyum iyonlarının yüzde doksanı nefron kanallarında geri kalan yüzde onluk kısmı kandaki kalsiyum konsantrasyonuna göre distal tüpte ve toplama kanalında geri emilir.
Ayrıca sağlıklı bir insanda glikoz ve amino asitlerin yüzde yüzü, suyun yüzde doksan dokuzu, sodyumun yüzde doksan dokuz buçuğu, ürenin yüzde ellisi geri emilerek tekrar kana verilir. Kreatinin molekülünün ise geri emilimi olmaz.