Vücutta çözünmüş haldeki mineral maddelerle suyun atılması veya tutulması üriner sistem sayesinde gerçekleşir.
Kanın ozmotik basıncının ayarlanması ve üre, ürik asit, kreatinin gibi metabolik atıkların vücuttan uzaklaştırılması da üriner sistemin görevidir.
Süzülme, geri emilim ve salgılama fonksiyonları sayesinde böbrekler homeostasinin korunmasını sağlar.
Homeostasi vücut dengesini ifade eden bir terimdir.
Homeostasinin bozulması bizi ölüme sürükleyebilir.
Homeostasinin sağlanmasında hormonların rolünü konuşalım. Tabii ki böbreklerin çalışması ve homeostasinin korunması için çeşitli hormonlar etkilidir. Vücut su ihtiyacı hissettiğinde plazma ozmotik basıncının artışına bağlı olarak hipofiz bezinin arka lobundan antidiüretik hormon salgılanır.
Bu hormonun asıl üretim yeri tabii ki hipotalamustur. Antidiüretik hormona ADH veya vazopressin adını da veriyoruz.
ADH toplama kanallarının duvarındaki epitel hücreler üzerinde etkilidir ve suyun geri emilmesini sağlar.
Böylece su vücutta tutulmuş olur, yani idrarla atılan su miktarı azalır, idrar yoğunlaşır.
Derişik yani hipertonik idrar oluşur.
Eğer ADH az salgılansaydı suyun geri emilimi azalırdı ve su idrarla vücuttan uzaklaştırılırdı.
Bu durumda da seyreltik veya hipotonik idrar oluştu derdik. Vücut uykuya geçildiğinde ADH salgılayarak da idrar oluşumunu yavaşlatır ve gece boyunca rahat uyumayı sağlar.
Ancak yatmadan önce 2-3 bardak su içmek ADH salgılansa bile böbrekleri çalıştırır.
Bu durumda da uyku kalitesi bozulur. Şimdi gelelim aldosteron hormonuna.
Bu hormon böbrek üstü bezinin kabuk kısmından salgılanıyor.
Aldosteron hormonu nefronun distal tübüllerini ve toplama kanallarını etkileyerek daha fazla sodyumun ve suyun geri emilmesini sağlar.
Aldosteron potasyumun atılımını da hızlandırır.
Böylece kan basıncı yükselir ve kan hacmi artar.
Parathormon ve kalsitonin hormonlarının görevlerini hatırlıyor musunuz?
Parathormon, paratiroid bezinden salgılanıyordu. Bu hormon sayesinde kandaki kalsiyum miktarı yükselir.
Mesela bunu kemik yıkımını sağlayarak ve kemikteki kalsiyumun kana geçişini sağlayarak yapabilir.
Aynı zamanda böbreklere etki ederek kalsiyum emilimini de arttırabilir.
Eğer kanda kalsiyum konsantrasyonu düşükse parathormonun etkisiyle idrarda neredeyse hiç kalsiyum bulunmaz. Bu arada parathormon plazmadaki fosfat kontrolünde de önemli rol oynar.
Kalsitonin hormonu ise tiroid bezinden salgılanır.
Bu hormon kandaki kalsiyum miktarını azaltır yani parathormonla zıt çalışıyor.
Kalsitonin hormonu sayesinde kandaki kalsiyum kemiklere geçerek depolanır ya da kalsitonin böbreklere etki eder ve böbreklerdeki kalsiyum emilimini azaltır.
Böylece kandaki fazla kalsiyum uzaklaştırılmış ve homeostasi sağlanmış olur.
Evet bu hormonlar olmasaydı homeostasi bozulurdu değil mi?
Şimdi gelelim asit-baz dengesinin korunmasına.
Böbrekler hücre dışı sıvıların pH'ının korunmasında da görevlidir.
Normalde 7,4 olan kanın pH'ı çeşitli tampon sistemler sayesinde dengede tutulur.
Kandaki pH dengesinin asitliğe doğru değişmesine asidoz, bazlığa doğru değişmesine alkaloz denir.
Asidoz ve alkoloz durumlarını önlemek için hidrojen iyon konsantrasyonlarını düzenleyen asit-baz tampon sistemleri devreye girer.
Solunum sisteminde dokular tarafından üretilen karbondioksit suyla birleşir ve karbonik asit oluşur.
Karbonik asit sonrasında hidrojen iyonlarına ve bikarbonat iyonlarına dönüşür.
Bu reaksiyonlar tersinir bir şekilde gerçekleşir. Karbondioksit miktarı arttıkça ortamda hidrojen iyonları artar ve pH azalır.
Böbrekler bir tampon görevi üstlenerek fazla hidrojen iyonlarını uzaklaştırırken bikarbonat iyonlarının geri emilimini arttırır.
Böylece pH'ın dengelenmesine yardımcı olur.
Bu arada akciğerler ve deri de boşaltım sistemine yardım eder.
Akciğerden karbondioksit uzaklaştırılır.
Deriden atılan ter ise seyreltik idrar gibidir.
Terin yapısında suyla birlikte üre, ürik asit ve tuzlar bulunur. İşte böbreklerimiz ve vücudumuzda bulunan diğer tüm organlar bu şekilde homeostaside görev alıyor.
Kanın ozmotik basıncının ayarlanması ve üre, ürik asit, kreatinin gibi metabolik atıkların vücuttan uzaklaştırılması da üriner sistemin görevidir.
Süzülme, geri emilim ve salgılama fonksiyonları sayesinde böbrekler homeostasinin korunmasını sağlar.
Homeostasi vücut dengesini ifade eden bir terimdir.
Homeostasinin bozulması bizi ölüme sürükleyebilir.
Homeostasinin sağlanmasında hormonların rolünü konuşalım. Tabii ki böbreklerin çalışması ve homeostasinin korunması için çeşitli hormonlar etkilidir. Vücut su ihtiyacı hissettiğinde plazma ozmotik basıncının artışına bağlı olarak hipofiz bezinin arka lobundan antidiüretik hormon salgılanır.
Bu hormonun asıl üretim yeri tabii ki hipotalamustur. Antidiüretik hormona ADH veya vazopressin adını da veriyoruz.
ADH toplama kanallarının duvarındaki epitel hücreler üzerinde etkilidir ve suyun geri emilmesini sağlar.
Böylece su vücutta tutulmuş olur, yani idrarla atılan su miktarı azalır, idrar yoğunlaşır.
Derişik yani hipertonik idrar oluşur.
Eğer ADH az salgılansaydı suyun geri emilimi azalırdı ve su idrarla vücuttan uzaklaştırılırdı.
Bu durumda da seyreltik veya hipotonik idrar oluştu derdik. Vücut uykuya geçildiğinde ADH salgılayarak da idrar oluşumunu yavaşlatır ve gece boyunca rahat uyumayı sağlar.
Ancak yatmadan önce 2-3 bardak su içmek ADH salgılansa bile böbrekleri çalıştırır.
Bu durumda da uyku kalitesi bozulur. Şimdi gelelim aldosteron hormonuna.
Bu hormon böbrek üstü bezinin kabuk kısmından salgılanıyor.
Aldosteron hormonu nefronun distal tübüllerini ve toplama kanallarını etkileyerek daha fazla sodyumun ve suyun geri emilmesini sağlar.
Aldosteron potasyumun atılımını da hızlandırır.
Böylece kan basıncı yükselir ve kan hacmi artar.
Parathormon ve kalsitonin hormonlarının görevlerini hatırlıyor musunuz?
Parathormon, paratiroid bezinden salgılanıyordu. Bu hormon sayesinde kandaki kalsiyum miktarı yükselir.
Mesela bunu kemik yıkımını sağlayarak ve kemikteki kalsiyumun kana geçişini sağlayarak yapabilir.
Aynı zamanda böbreklere etki ederek kalsiyum emilimini de arttırabilir.
Eğer kanda kalsiyum konsantrasyonu düşükse parathormonun etkisiyle idrarda neredeyse hiç kalsiyum bulunmaz. Bu arada parathormon plazmadaki fosfat kontrolünde de önemli rol oynar.
Kalsitonin hormonu ise tiroid bezinden salgılanır.
Bu hormon kandaki kalsiyum miktarını azaltır yani parathormonla zıt çalışıyor.
Kalsitonin hormonu sayesinde kandaki kalsiyum kemiklere geçerek depolanır ya da kalsitonin böbreklere etki eder ve böbreklerdeki kalsiyum emilimini azaltır.
Böylece kandaki fazla kalsiyum uzaklaştırılmış ve homeostasi sağlanmış olur.
Evet bu hormonlar olmasaydı homeostasi bozulurdu değil mi?
Şimdi gelelim asit-baz dengesinin korunmasına.
Böbrekler hücre dışı sıvıların pH'ının korunmasında da görevlidir.
Normalde 7,4 olan kanın pH'ı çeşitli tampon sistemler sayesinde dengede tutulur.
Kandaki pH dengesinin asitliğe doğru değişmesine asidoz, bazlığa doğru değişmesine alkaloz denir.
Asidoz ve alkoloz durumlarını önlemek için hidrojen iyon konsantrasyonlarını düzenleyen asit-baz tampon sistemleri devreye girer.
Solunum sisteminde dokular tarafından üretilen karbondioksit suyla birleşir ve karbonik asit oluşur.
Karbonik asit sonrasında hidrojen iyonlarına ve bikarbonat iyonlarına dönüşür.
Bu reaksiyonlar tersinir bir şekilde gerçekleşir. Karbondioksit miktarı arttıkça ortamda hidrojen iyonları artar ve pH azalır.
Böbrekler bir tampon görevi üstlenerek fazla hidrojen iyonlarını uzaklaştırırken bikarbonat iyonlarının geri emilimini arttırır.
Böylece pH'ın dengelenmesine yardımcı olur.
Bu arada akciğerler ve deri de boşaltım sistemine yardım eder.
Akciğerden karbondioksit uzaklaştırılır.
Deriden atılan ter ise seyreltik idrar gibidir.
Terin yapısında suyla birlikte üre, ürik asit ve tuzlar bulunur. İşte böbreklerimiz ve vücudumuzda bulunan diğer tüm organlar bu şekilde homeostaside görev alıyor.