Proteinler

Proteinler vücudumuz için çok önemli olan  temel bileşenlerden biridir.
Karbon, hidrojen,   oksijen ve azot elementlerinden oluşurlar.
Ancak  bazı proteinlerin yapısında bu elementlerin yanı   sıra kükürt elementi de bulunabilir.
Peki  proteinlerin yapı taşı nedir acaba?
Tabii ki   aminoasitlerdir.
Bir aminoasidin genel formülünü  de bilmemiz gerekiyor.
Bir aminoasidin yapısı   karbon atomuna bağlı olan sabit ve değişken  gruplardan oluşur.
Sabit grup; hidrojen atomu,   amino grubu ve karboksil grubundan oluşur.
Bunlar  bütün aminoasit çeşitlerinde aynıdır.
Burada R ile   gösterdiğime değişken grup ya da radikal grup  adını veriyoruz.
İşte bu kısım aminoasitlerde   farklılık gösteriyor.
Yani aminoasitlerin  çeşitliliğini radikal grup belirler.
Ayrıca   aminoasitler amfoter özelliğe sahiptir.
Yani  asitler karşısında baz, bazlar karşısında da   asit gibi davranırlar.
Toplam 20 çeşit aminoasit  bulunur.
Bitkiler bu yirmi çeşit aminoasidin   tamamını üretebilir.
Çünkü bitkiler zaten  üreticidir.
Fotosentez yaparlar.
Peki acaba biz   insanlar olarak üretebilir miyiz?
Evet, 12 çeşit  aminoasidi dönüşüm reaksiyonları ile karaciğerde   üretebiliriz.
Geriye kalan 8 çeşit aminoasit ise  üretilemez.
Üretilemeyen bu aminoasitlere temel,   esansiyel veya zorunlu aminoasitler diyoruz.  İnsanlar temel aminoasitleri besinlerle hazır   almak zorundadır.
Şunu da eklemek istiyorum, son  yıllarda yapılan araştırmalarda bazı canlılarda   bu söylediğim 20 çeşit aminoasidin dışında 2 yeni  aminoaside de rastlanmıştır.
Genellikle hayvansal   besinlerle alınan proteinler üstün kalitelidir.  Bunun sebebi hayvansal proteinlerin yapısında   temel aminoasitlerin yeterli miktarda  bulunmasıdır.
Bitkisel besinlerle alınan   proteinler ise temel aminoasitleri az içerdiği  için düşük kaliteli proteinlerdir.
Aminositler   birbirine peptit bağı ile bağlanır ve proteinleri  oluşturur.
O zaman şimdi peptit bağının oluşumuna   bakalım.
Burada iki tane aminoasit var.
İşte bu  birinci aminoasit ve burada da ikinci aminoasit.   Birinci aminoasidin karboksil grubundaki hidroksil  ile diğer aminoasidin amino grubundaki hidrojenin   birleşmesiyle peptit bağı kurulur.
Bu olaya  peptitleşme de diyoruz.
Her peptitleşme reaksiyonu   sonucunda bir molekül su açığa çıkar.
Bu mavi  ile çizdiğim de peptit bağı.
İki aminoasitin   birleşmesi ile oluşan proteine dipeptit adını  veririz.
Eğer üç aminoasit birleşseydi tripeptit,   çok sayıda aminoasit birleşseydi polipeptit  oluşurdu.
Protein sentezi ribozomda gerçekleşir.   Aslında bir protein sentezi denklemini şu şekilde  yazabiliriz.
n tane aminoasit bir araya gelir,   aralarında peptit bağı kurulur.
Protein oluşur  ve n-1 tane de su açığa çıkar.
Bu da demek olur   ki n-1 tane peptit bağı kurulmuştur.
Bu tepkime  bir dehidrasyon tepkimesidir.
Bunun tam tersi   de mümkün.
Ona da hidroliz diyoruz.
Proteinler  genellikle birden fazla polipeptit zincirinden   oluşur.
Bu arada biraz önce aminoasitlerin  çeşitliliğini radikal grubun belirlediğini   söylemiştim.
Peki acaba proteinlerdeki çeşitliliği  ne belirliyor?
Tabii ki aminoasitlerin çeşidi,   sırası, sayısı proteinlerin farklı olmasına  sebep olur.
Sırası derken dizilişlerininden   bahsediyorum.
Bu durumu da DNA üzerinde bulunan  genler belirler.
Çünkü proteinler karbonhidrat   ve yağlardan farklı olarak DNA molekülündeki  şifrelere göre sentezlenir.
Yani herkesin   proteini aslında kendine özgüdür.
Fakat ortak  proteinlerimiz de bulunur.
Bu durum DNA üzerinde   ortak genlerimizin de bulunduğunu gösterir.  Uygun olmayan sıcaklık, pH, basınç ve yoğun tuz   çözeltisi proteinlerin üç boyutlu özgün yapısını  bozabilir.
İşte bu duruma denatürasyon denir.   Denatürasyona uğramış proteinler genellikle eski  haline dönemez.
Örneğin yumurta pişirildiğinde   yapısındaki protein değişime uğrar.
Yani denatüre  olur.
Denatürasyonda aminoasitler arasındaki   peptit bağları zarar görmez.
Ancak protein artık  fonksiyonunu gerçekleştiremez.
Denatüre olmuş   bazı proteinler eski haline dönebilir.
İşte buna  da renatürasyon diyoruz.
Son olarak vücudumuzda   bulunan proteinleri ve bunun canlılar için  önemini konuşalım.
Aktin ve miyozin adlı   proteinler kasların kasılıp gevşemesinde görev  alır.
Fibrinojen proteini kanın damar dışında   pıhtılaşmasında görev alır.
Mikroplara karşı  vücudumuzu antikorların savunduğunu biliyoruzdur.   İşte antikorlar da protein yapılıdır.
Kanımızda  bulunan oksijeni ve karbondioksidi taşıyan   hemoglobin de protein yapılıdır.
Proteinler enzim  ve hormonların yapısına katılır.
Bu nedenle aynı   zamanda düzenleyiciderler.
Keratin proteini saç,  tırnak, kıl ve derinin yapısına katılır.
Protein   bakımından yetersiz beslenme sonucunda büyüme  yavaşlar, bağışıklık sistemi zayıflar, yaralar   geç iyileşir, vücut su toplar yani ödem oluşur.  Glikozun proteinlerle birleşmesi sonucunda oluşan   glikoproteinler, hücre zarının yapısında bulunur.  Ve bunlar şu hücrelerin birbirini tanımasını   sağlayan reseptörlerdir.
Açlık durumunda  ilk sırada karbonhidratları kullandığımızı   hatırlayın.
İkinci olarak da lipit depolarını  kullanıyorduk.
Fakat çok çok uzun süreli açlık   durumlarında proteinler de enerji kaynağı olarak  kullanılır.
Proteinler canlı hücrelerin yapımına   katıldığı için enerji dönüşümünde en son  kullanılır.
Karbonhidratlar enerjiye dönüşen   en hızlı organik moleküllerdir.
Bu nedenle  açlık durumunda ilk sırada kullanılırlar.   Proteinler enerji verici olarak kullanıldığında  boşaltım atığı olarak karbondioksit ve su dışında   amonyak da açığa çıkar.
Ayrıca proteinler  vücutta doğrudan depolanamaz.
Proteinlerin   fazlası yağa dönüştürülerek depolanır.
Bu durum  şişmanlığa neden olur, böbrekler ve karaciğerde   hasara yol açar.
Ayrıca idrarla kalsiyum  atılmasına ve gut hastalığına neden olur.