Canlılarda metabolizma sonucu oluşan, vücut için gerekli olmayan ya da vücuda zararlı olan maddelerin dış ortama verilmesine boşaltım denir.
Boşaltımda görev alan organlardan oluşan sisteme üriner sistem veya boşaltım sistemi diyoruz.
İlk olarak üriner sistemin görevlerini konuşalım.
Üre, amonyak gibi metabolik atıklar üriner sistem sayesinde vücuttan uzaklaştırılır.
Vücut sıvılarının hacminin ve bileşiminin kontrolüne yardımcı olur.
Vücudun su dengesini düzenleyerek kanın hacmini ve basıncını ayarlar.
Sodyum, potasyum ve klor gibi elektrolitlerin kan plazmasındaki yoğunluğunu ayarlar.
Kanın pH seviyesinin dengelenmesine katkıda bulunur.
D3 vitaminini aktifleştirerek kalsiyum seviyesinin ayarlanmasına yardım eder.
Aynı zamanda böbrekler uzun süreli açlık durumunda laktik asit, prüvat, gliserol, amino asit gibi karbonhidrat olmayan kaynaklardan glikoz sentezler.
Böylece vücudun şeker ihtiyacı karşılanır.
Bu arada karaciğerimizin de buna benzer bir görevi vardır.
Şimdi gelelim eritropoietin hormonuna.
Bu hormonu hem böbrekler hem de karaciğer üretir.
Eritropoietin hormonu sayesinde kemik iliğinde alyuvar yapımı uyarılır.
O zaman kronik böbrek yetmezliği olan bir hastayı düşünelim.
Bu hastada anemi yani kansızlık durumu da olabilir.
Çünkü böbrekler görevini yerine getiremiyor.
Dolayısıyla yeterli düzeyde eritropoietin hormonu salgılanamaz.
Bu durumda da alyuvar sayısında sürekli bir düşüş ve ardından da anemi rahatsızlığı görülebilir.
Üriner sistemin görevlerine şöyle bir genel olarak bakacak olursak.
Amaç, su ve tuz dengesini korumaktır diyebiliriz.
Vücuttaki temel boşaltım maddesi amonyaktır.
Acaba amonyak hücrede hangi metabolik olaylar sonucu ortaya çıkar?
Bunu hiç düşündünüz mü?
Tabii ki azotlu bileşiklerin hücrede yıkılması sonucu açığa çıkarlar.
Mesela amino asitleri oksijenli solunumda kullandığınızı düşünün.
Karbondioksit, su ,ATP, ısı elbette ki açığa çıkacaktır.
Ancak amino asitlerin yapısında azot bulunduğu için açığa azotlu bir bileşiğin de çıkmasını bekleriz.
İşte bu bileşik amonyaktır.
Eğer glikozu oksijenli solunumda kullansaydık glikozun yapısında azot bulunmadığı için açığa amonyak çıkmazdı.
Aynı zamanda nükleik asitler yani DNA ve RNA da azot içerir.
Yani bunların yıkımı sırasında da amonyak açığa çıkar.
Hücrede gerçekleşen dönüşüm reaksiyonlarında da amonyak açığa çıkabilir.
Mesela böbreklerin amino asitleri glikoza çevirebildiğini biraz önce söylemiştim.
Amino asidin yapısında azot var.
Ancak glikozun yapısında azot yok.
Bu durumda amino asit glikoza dönüşürken de yine açığa amonyak çıkar.
Vücut bu amonyağı karaciğerde üre döngüsü ile üreye çevirir.
Amonyağın üreye dönüştürülmesi karasal canlılarda su kaybını azaltmaya yönelik bir adaptasyondur.
Çünkü amonyak zehirli bir molekül olduğundan bol su ile seyreltilerek atılması gerekir.
Yani amonyak vücuttan atılırken idrarla birlikte çok fazla su kaybedilir.
Ancak üre atılırken o kadar fazla su harcanmaz.
Bu arada kortizol hormonunu ve görevlerini hatırlıyor musunuz?
Bu hormon protein ve yağların parçalanarak glikoza dönüşmesine neden olur.
Bu durumda amonyak miktarı da artar.
Yani biraz önce anlattığım ve buraya yazdığım denklem gibi düşünün.
Bu durumda amonyak karaciğerde üreye dönüştürülür.
Yani kortizol hormonunun artışı kandaki üre miktarını arttırır diyebiliriz.
Amonyak ve ürenin yanında atık madde olarak ürik asit de bulunuyor.
Şimdi bu üçünün kıyaslamasına bakalım.
En zehirli olan tabii ki amonyaktır.
Sonra üre, en az zehirli olan hatta neredeyse zehirsiz olan da ürik asittir.
En zehirli olan amonyak olduğuna göre amonyak atılırken çok fazla su harcanır.
Sonra üre atılırken, sonra da ürik asit atılırken diyorum.
Ancak ürik asit atılırken neredeyse hiç su harcanmaz.
Amonyağı ürik aside dönüştürmek üreye dönüştürmekten daha zordur.
Bu nedenle amonyak ürik aside dönüştürülürken daha fazla ATP harcanır.
Bu üç molekülün hepsinin yapısında azot bulunur.
Bu nedenle bunlar azotlu boşaltım atıkları olarak geçer.
Biz insanlar olarak amonyağı üreye dönüştürüyoruz.
Fakat mesela balıklar bu dönüşümü yapmazlar ve amonyak atarlar ya da mesela kuşlar ürik asit atarlar.
Yani bu durum canlıdan canlıya farklılık gösterir.
Boşaltımda görev alan organlardan oluşan sisteme üriner sistem veya boşaltım sistemi diyoruz.
İlk olarak üriner sistemin görevlerini konuşalım.
Üre, amonyak gibi metabolik atıklar üriner sistem sayesinde vücuttan uzaklaştırılır.
Vücut sıvılarının hacminin ve bileşiminin kontrolüne yardımcı olur.
Vücudun su dengesini düzenleyerek kanın hacmini ve basıncını ayarlar.
Sodyum, potasyum ve klor gibi elektrolitlerin kan plazmasındaki yoğunluğunu ayarlar.
Kanın pH seviyesinin dengelenmesine katkıda bulunur.
D3 vitaminini aktifleştirerek kalsiyum seviyesinin ayarlanmasına yardım eder.
Aynı zamanda böbrekler uzun süreli açlık durumunda laktik asit, prüvat, gliserol, amino asit gibi karbonhidrat olmayan kaynaklardan glikoz sentezler.
Böylece vücudun şeker ihtiyacı karşılanır.
Bu arada karaciğerimizin de buna benzer bir görevi vardır.
Şimdi gelelim eritropoietin hormonuna.
Bu hormonu hem böbrekler hem de karaciğer üretir.
Eritropoietin hormonu sayesinde kemik iliğinde alyuvar yapımı uyarılır.
O zaman kronik böbrek yetmezliği olan bir hastayı düşünelim.
Bu hastada anemi yani kansızlık durumu da olabilir.
Çünkü böbrekler görevini yerine getiremiyor.
Dolayısıyla yeterli düzeyde eritropoietin hormonu salgılanamaz.
Bu durumda da alyuvar sayısında sürekli bir düşüş ve ardından da anemi rahatsızlığı görülebilir.
Üriner sistemin görevlerine şöyle bir genel olarak bakacak olursak.
Amaç, su ve tuz dengesini korumaktır diyebiliriz.
Vücuttaki temel boşaltım maddesi amonyaktır.
Acaba amonyak hücrede hangi metabolik olaylar sonucu ortaya çıkar?
Bunu hiç düşündünüz mü?
Tabii ki azotlu bileşiklerin hücrede yıkılması sonucu açığa çıkarlar.
Mesela amino asitleri oksijenli solunumda kullandığınızı düşünün.
Karbondioksit, su ,ATP, ısı elbette ki açığa çıkacaktır.
Ancak amino asitlerin yapısında azot bulunduğu için açığa azotlu bir bileşiğin de çıkmasını bekleriz.
İşte bu bileşik amonyaktır.
Eğer glikozu oksijenli solunumda kullansaydık glikozun yapısında azot bulunmadığı için açığa amonyak çıkmazdı.
Aynı zamanda nükleik asitler yani DNA ve RNA da azot içerir.
Yani bunların yıkımı sırasında da amonyak açığa çıkar.
Hücrede gerçekleşen dönüşüm reaksiyonlarında da amonyak açığa çıkabilir.
Mesela böbreklerin amino asitleri glikoza çevirebildiğini biraz önce söylemiştim.
Amino asidin yapısında azot var.
Ancak glikozun yapısında azot yok.
Bu durumda amino asit glikoza dönüşürken de yine açığa amonyak çıkar.
Vücut bu amonyağı karaciğerde üre döngüsü ile üreye çevirir.
Amonyağın üreye dönüştürülmesi karasal canlılarda su kaybını azaltmaya yönelik bir adaptasyondur.
Çünkü amonyak zehirli bir molekül olduğundan bol su ile seyreltilerek atılması gerekir.
Yani amonyak vücuttan atılırken idrarla birlikte çok fazla su kaybedilir.
Ancak üre atılırken o kadar fazla su harcanmaz.
Bu arada kortizol hormonunu ve görevlerini hatırlıyor musunuz?
Bu hormon protein ve yağların parçalanarak glikoza dönüşmesine neden olur.
Bu durumda amonyak miktarı da artar.
Yani biraz önce anlattığım ve buraya yazdığım denklem gibi düşünün.
Bu durumda amonyak karaciğerde üreye dönüştürülür.
Yani kortizol hormonunun artışı kandaki üre miktarını arttırır diyebiliriz.
Amonyak ve ürenin yanında atık madde olarak ürik asit de bulunuyor.
Şimdi bu üçünün kıyaslamasına bakalım.
En zehirli olan tabii ki amonyaktır.
Sonra üre, en az zehirli olan hatta neredeyse zehirsiz olan da ürik asittir.
En zehirli olan amonyak olduğuna göre amonyak atılırken çok fazla su harcanır.
Sonra üre atılırken, sonra da ürik asit atılırken diyorum.
Ancak ürik asit atılırken neredeyse hiç su harcanmaz.
Amonyağı ürik aside dönüştürmek üreye dönüştürmekten daha zordur.
Bu nedenle amonyak ürik aside dönüştürülürken daha fazla ATP harcanır.
Bu üç molekülün hepsinin yapısında azot bulunur.
Bu nedenle bunlar azotlu boşaltım atıkları olarak geçer.
Biz insanlar olarak amonyağı üreye dönüştürüyoruz.
Fakat mesela balıklar bu dönüşümü yapmazlar ve amonyak atarlar ya da mesela kuşlar ürik asit atarlar.
Yani bu durum canlıdan canlıya farklılık gösterir.