Bitkiler mineralleri ve suyu kökleri aracılığıyla alır.
Aldıkları mineraller ve su yardımıyla fotosentez tepkimelerinde karbonhidrat-yağ-protein dna-rna gibi organik maddelerin sentezini gerçekleştirir.
Ayrıca su ve mineraller bitkinin diğer metabolik faaliyetleri için de gereklidir. Su, hidroliz olayında da görev alır.
Su, bitki hücrelerinde yarattığı turgor basıncı ile toprak üstü organların dik durmasına yardımcı olur.
Mineraller hücrelerdeki ozmotik basıncı düzenler.
Burada kök enine kesitinin bir kısmını görüyorsunuz.
Hemen bu kısımları hatırlayalım. Burada kök emici tüyler var, bu tüyler epidermisin farklılaşmasıyla oluşuyordu yani o yüzden bu kısım epidermis hücrelerini gösteriyor.
Epidermisin altında ise korteks var.
Sonra endodermis geliyor. Endodermis üzerindeki bu nokta ile gözüken yapılar kaspari şeridi.
Sarıyla gözüken yapı periskl.
Sonra iç kısımda da iletim demetleri bulunur.
Ben buraya ksilem diyorum.
Topraktan emilen su ve minerallerin ksileme kadar iletilmesi iki yolla gerçekleşir.
Bu yollardan ilki suyun emici tüylere girip hücreden hücreye aktarılarak ksileme kadar taşınmasıdır.
İkincisi ise hücreye girmeden hücre çeperleri ve çeperlerin çevresinde bulunan hücreler arası boşlukta taşınmasıdır. Bitkinin topraktan aldığı suyun büyük bölümü genç köklerle alınır.
Su ve minerallerin emilimi direkt olarak epidermisten farklılaşmış olan emici tüyler ile gerçekleştirilir.
Kök ucunun birkaç milimetre üzerinde bulunan emici tüyler emilim için oldukça büyük bir yüzey alanı oluşturur.
Kökteki emici tüyler topraktan aktif taşıma ile aldığı mineral ve tuzları da biriktirir.
Bu birikim emici tüylerdeki ozmotik basıncın toprak çözeltisine göre daha yüksek olmasını sağlar.
Ozmotik basınç arttığı için kökteki emici tüylere ozmozla su geçer.
Su, emici tüylerden epidermise, epidermisten kök korteksine, korteksten de endodermise ulaşır.
Zaten şekil üzerinden bakınca da bunu görebiliyoruz.
Endodermis duvarında bulunan kaspari şeridi suya geçirimsizdir.
Kaspari şeridi su moleküllerini belirli bölgelerden geçmeye zorlayan bir bariyerdir.
Su, endodermis içinde belirli bölgelerden hareket ederek merkezi silindirdeki ksileme ulaşır.
Tabi ksileme ulaşmadan önce periskldan geçer.
Periskl da hatırlarsanız yan köklerin oluşumundan sorumluydu. Evet artık ksileme ulaşan su, kök ve gövde içerisinde yukarı doğru hareket ederek yapraklara kadar taşınacak.
Bitkiler ihtiyaç duydukları mineralleri toprak çözeltisinden suda çözünmüş halde alır.
Toprak çözeltisindeki minerallerin bileşimi sabit değildir.
Toprak çözeltisi ile toprağın üst katmanındaki organik kalıntılar arasında sürekli bir denge bulunmaktadır.
Toprak çözeltisindeki mineral maddeler organik atıklar ayrıştırılarak ve çözeltiye mineral maddeler verilerek sürekli yenilenmektedir.
Mineraller bitki tarafından pasif veya aktif taşıma ile alınabilir.
Bitkilerin bulundukları ortamda en iyi şekilde gelişim gösterebilmesi için toprakta besin elementlerinin optimum düzeyde bulunması gerekir.
Bitkilerin yaşamsal faaliyetleri için çok fazla ihtiyaç duyduğu elementlere makro elementler adı verilir.
Bu elementler karbon, oksijen, hidrojen, azot, potasyum, kalsiyum, magnezyum, fosfor ve kükürtür.
Zaten karbon hidrojen, oksijen, azot gibi mineraller bitkinin yapısını oluşturan organik bileşenlerin başlıca bileşenleridir.
Mesela azotun aminoasit DNA-RNA ATP gibi moleküllerin yapısına katıldığını hatırlayın.
Magnezyum da hatırlarsanız klorofilin yapısına katılıyordu.
Diğerleri de genellikle bileşik enzimlerin yapısında kofaktör olarak bulunur ve enzimlerin aktivasyonunu sağlar. Bitkilerin yaşamsal faaliyetleri için çok az miktarda ihtiyaç duyduğu elementlere mikro elementler denir.
Bu elementler klor, demir, bor, mangan, çinko, bakır, nikel ve moliptendir. Bu elementler de yine kofaktör olarak görev alır ve bileşik enzimlerin yapısına katılarak enzim aktivasyonu sağlar.
Makro ve mikro elementlerin eksikliğinde metabolik faaliyetlerde aksaklıklar ortaya çıkar.
Bu durum da bitkide hastalıklar oluşturur.
Minimum kuralı bitki minerallerden toprakta miktarı en az olan mineralin oranından faydalanır şeklinde ifade edilir.
Sadece mineraller için değil bu durum diğer faktörler için de geçerlidir.
Bitkinin yaşam fonksiyonları üzerinde etkili olan en az düzeydeki herhangi bir faktör diğer faktörler optimum düzeyde olsa bile bitkinin büyümesini sınırlandırır.
Örneğin klorofil sentezinde görev alan enzimleri aktive eden demir mineralinin eksikliği klorofilin yapısına katılan magnezyum mineralinin kullanımını azaltır.
Tarımda çiftçiler bitkilerde görülen belirtilerden yola çıkarak ya da toprak analizleri yaptırarak bitkilerdeki mineral eksikliğini tespit ederler.
Bitkilerin büyüme ve gelişmesinin tam olabilmesi için eksik minerallerin toprağa gübre ile verilmesi gerekir.
Gübreler, topraktaki mineral eksikliğini gidermek amaçlı kullanılan maddelerdir.
Bu maddelerin toprağa eklenmesine de gübreleme diyoruz.
Gübreler doğal ve yapay olarak elde edilebilir.
Doğal gübrelere hayvansal gübre, solucan gübresi örnek verilebilir.
Yapay gübre ise fabrikalarda üretilen gübrelerdir.
Azotlu gübre, fosforlu gübre, potasyumlu gübre ve karma, kompozit gübre gibi çeşitleri vardır.
Bitki kökü ile belirli bir mantar türü arasında kurulan ortak birlikteliğe mikoriza adını veriyoruz.
Bu birliktelikte mantarlar bitkinin kökünü sarar. Böylece toprağın suyunu emmek için yüzey alanını arttırmış olurlar.
Mantar da fotosentez yapamadığı için bitkiden ihtiyaç duyduğu maddeleri alabilir. Azot ihtiyacı fazla olan fasulye, bezelye, bakla gibi baklagillerin kökleri ile toprakta yaşayan ve havanın serbest azotunu bağlayabilen rizobiyum cinsi bakteriler arasında da ortak yaşam görülür.
Bu bakterilerin, baklagillerin köküne yerleşmesiyle nodül adı verilen yumrular oluşur. Bu bakteriler havanın serbest azotunu bitkinin kullanabileceği amonyuma dönüştürür.
Böylece bitki azot ihtiyacını karşılar.
Nodüller de bakteriler için barınaktır.
Aynı zamanda bakteriler ihtiyaç duyduğu organik besinleri bitkiden sağlar.
Yani bu anlattığım birlikteliklerde her iki taraf da yarar sağlıyor.
O yüzden bunlar mutualizme de örnektir.
Aldıkları mineraller ve su yardımıyla fotosentez tepkimelerinde karbonhidrat-yağ-protein dna-rna gibi organik maddelerin sentezini gerçekleştirir.
Ayrıca su ve mineraller bitkinin diğer metabolik faaliyetleri için de gereklidir. Su, hidroliz olayında da görev alır.
Su, bitki hücrelerinde yarattığı turgor basıncı ile toprak üstü organların dik durmasına yardımcı olur.
Mineraller hücrelerdeki ozmotik basıncı düzenler.
Burada kök enine kesitinin bir kısmını görüyorsunuz.
Hemen bu kısımları hatırlayalım. Burada kök emici tüyler var, bu tüyler epidermisin farklılaşmasıyla oluşuyordu yani o yüzden bu kısım epidermis hücrelerini gösteriyor.
Epidermisin altında ise korteks var.
Sonra endodermis geliyor. Endodermis üzerindeki bu nokta ile gözüken yapılar kaspari şeridi.
Sarıyla gözüken yapı periskl.
Sonra iç kısımda da iletim demetleri bulunur.
Ben buraya ksilem diyorum.
Topraktan emilen su ve minerallerin ksileme kadar iletilmesi iki yolla gerçekleşir.
Bu yollardan ilki suyun emici tüylere girip hücreden hücreye aktarılarak ksileme kadar taşınmasıdır.
İkincisi ise hücreye girmeden hücre çeperleri ve çeperlerin çevresinde bulunan hücreler arası boşlukta taşınmasıdır. Bitkinin topraktan aldığı suyun büyük bölümü genç köklerle alınır.
Su ve minerallerin emilimi direkt olarak epidermisten farklılaşmış olan emici tüyler ile gerçekleştirilir.
Kök ucunun birkaç milimetre üzerinde bulunan emici tüyler emilim için oldukça büyük bir yüzey alanı oluşturur.
Kökteki emici tüyler topraktan aktif taşıma ile aldığı mineral ve tuzları da biriktirir.
Bu birikim emici tüylerdeki ozmotik basıncın toprak çözeltisine göre daha yüksek olmasını sağlar.
Ozmotik basınç arttığı için kökteki emici tüylere ozmozla su geçer.
Su, emici tüylerden epidermise, epidermisten kök korteksine, korteksten de endodermise ulaşır.
Zaten şekil üzerinden bakınca da bunu görebiliyoruz.
Endodermis duvarında bulunan kaspari şeridi suya geçirimsizdir.
Kaspari şeridi su moleküllerini belirli bölgelerden geçmeye zorlayan bir bariyerdir.
Su, endodermis içinde belirli bölgelerden hareket ederek merkezi silindirdeki ksileme ulaşır.
Tabi ksileme ulaşmadan önce periskldan geçer.
Periskl da hatırlarsanız yan köklerin oluşumundan sorumluydu. Evet artık ksileme ulaşan su, kök ve gövde içerisinde yukarı doğru hareket ederek yapraklara kadar taşınacak.
Bitkiler ihtiyaç duydukları mineralleri toprak çözeltisinden suda çözünmüş halde alır.
Toprak çözeltisindeki minerallerin bileşimi sabit değildir.
Toprak çözeltisi ile toprağın üst katmanındaki organik kalıntılar arasında sürekli bir denge bulunmaktadır.
Toprak çözeltisindeki mineral maddeler organik atıklar ayrıştırılarak ve çözeltiye mineral maddeler verilerek sürekli yenilenmektedir.
Mineraller bitki tarafından pasif veya aktif taşıma ile alınabilir.
Bitkilerin bulundukları ortamda en iyi şekilde gelişim gösterebilmesi için toprakta besin elementlerinin optimum düzeyde bulunması gerekir.
Bitkilerin yaşamsal faaliyetleri için çok fazla ihtiyaç duyduğu elementlere makro elementler adı verilir.
Bu elementler karbon, oksijen, hidrojen, azot, potasyum, kalsiyum, magnezyum, fosfor ve kükürtür.
Zaten karbon hidrojen, oksijen, azot gibi mineraller bitkinin yapısını oluşturan organik bileşenlerin başlıca bileşenleridir.
Mesela azotun aminoasit DNA-RNA ATP gibi moleküllerin yapısına katıldığını hatırlayın.
Magnezyum da hatırlarsanız klorofilin yapısına katılıyordu.
Diğerleri de genellikle bileşik enzimlerin yapısında kofaktör olarak bulunur ve enzimlerin aktivasyonunu sağlar. Bitkilerin yaşamsal faaliyetleri için çok az miktarda ihtiyaç duyduğu elementlere mikro elementler denir.
Bu elementler klor, demir, bor, mangan, çinko, bakır, nikel ve moliptendir. Bu elementler de yine kofaktör olarak görev alır ve bileşik enzimlerin yapısına katılarak enzim aktivasyonu sağlar.
Makro ve mikro elementlerin eksikliğinde metabolik faaliyetlerde aksaklıklar ortaya çıkar.
Bu durum da bitkide hastalıklar oluşturur.
Minimum kuralı bitki minerallerden toprakta miktarı en az olan mineralin oranından faydalanır şeklinde ifade edilir.
Sadece mineraller için değil bu durum diğer faktörler için de geçerlidir.
Bitkinin yaşam fonksiyonları üzerinde etkili olan en az düzeydeki herhangi bir faktör diğer faktörler optimum düzeyde olsa bile bitkinin büyümesini sınırlandırır.
Örneğin klorofil sentezinde görev alan enzimleri aktive eden demir mineralinin eksikliği klorofilin yapısına katılan magnezyum mineralinin kullanımını azaltır.
Tarımda çiftçiler bitkilerde görülen belirtilerden yola çıkarak ya da toprak analizleri yaptırarak bitkilerdeki mineral eksikliğini tespit ederler.
Bitkilerin büyüme ve gelişmesinin tam olabilmesi için eksik minerallerin toprağa gübre ile verilmesi gerekir.
Gübreler, topraktaki mineral eksikliğini gidermek amaçlı kullanılan maddelerdir.
Bu maddelerin toprağa eklenmesine de gübreleme diyoruz.
Gübreler doğal ve yapay olarak elde edilebilir.
Doğal gübrelere hayvansal gübre, solucan gübresi örnek verilebilir.
Yapay gübre ise fabrikalarda üretilen gübrelerdir.
Azotlu gübre, fosforlu gübre, potasyumlu gübre ve karma, kompozit gübre gibi çeşitleri vardır.
Bitki kökü ile belirli bir mantar türü arasında kurulan ortak birlikteliğe mikoriza adını veriyoruz.
Bu birliktelikte mantarlar bitkinin kökünü sarar. Böylece toprağın suyunu emmek için yüzey alanını arttırmış olurlar.
Mantar da fotosentez yapamadığı için bitkiden ihtiyaç duyduğu maddeleri alabilir. Azot ihtiyacı fazla olan fasulye, bezelye, bakla gibi baklagillerin kökleri ile toprakta yaşayan ve havanın serbest azotunu bağlayabilen rizobiyum cinsi bakteriler arasında da ortak yaşam görülür.
Bu bakterilerin, baklagillerin köküne yerleşmesiyle nodül adı verilen yumrular oluşur. Bu bakteriler havanın serbest azotunu bitkinin kullanabileceği amonyuma dönüştürür.
Böylece bitki azot ihtiyacını karşılar.
Nodüller de bakteriler için barınaktır.
Aynı zamanda bakteriler ihtiyaç duyduğu organik besinleri bitkiden sağlar.
Yani bu anlattığım birlikteliklerde her iki taraf da yarar sağlıyor.
O yüzden bunlar mutualizme de örnektir.