Diyelim ki kan aldırmak için hastaneye gittiniz. Görevliler kanınızı aldıktan sonra bunu bir kan tüpünün içine koydular.
Daha sonrasında bu tüp laboratuvara gönderildi.
Bu tüp laboratuvarda santrifüj makinasına yerleştirilir.
Tabii ki burada herkesin kanı etiketlenmiş bir şekilde duruyor.
Sonrasında bu makina çalıştırılır ve çok hızlı bir şekilde dönmeye başlar.
Döndükçe tüplerin içerisinde bulunan kan ayrışır. Yani aslında santrifüj dediğimiz olay farklı yoğunluklara sahip olan çözelti içindeki maddeleri ağırlıklarına göre çöktürme işlemidir.
Şimdi tüpün içindeki kanın santrifüj sonrasındaki halini inceleyelim.
Santrifüj sonrası kanın şekilli elemanları ağırlıkları nedeniyle tüpün tabanına çöker.
En altta %41 oranla kırmızı kan hücreleri yani alyuvarlar bulunur.
Kandaki alyuvarların yüzdesine hematokrit değeri de denir.
Bu değer bazı hastalıkların tanısında kullanılır.
Alyuvarların üzerindeki %4'lük kısım akyuvarları ve kan pulcuklarının içerir.
En üstteki %55'lik kısım ise kan plazmasını oluşturur. Yetişkinlerde vücut ağırlığının yaklaşık %7'si kan hacmini oluşturuyor.
Ayrıca kanın optimum pH'ı 7,4 olup çok dar sınırlar içerisinde değişiklik gösterebilir.
Kanın taşıma, koruma, düzenleme ve savunma gibi başlıca dört görevi vardır.
Şimdi biraz daha detaylıca bu görevleri konuşuyor olacağız.
İlk olarak kan plazması ile başlayalım.
Kan plazmasının yaklaşık %90'ını su, geri kalan kısmını ise kan plazması proteinleri, aminoasitler, vitaminler, hormonlar gibi organik bileşikler ve inorganik tuzlar oluşturur.
Aynı zamanda heparin, oksijen, karbondioksit, üre gibi metabolik atıklar da burada bulunur.
Su kanda taşıma ve çözücülük görevi üstlenir.
Plazma proteini olan fibrinojen pıhtılaşmada görev alır.
Albümün proteini, ozmotik basıncı ve pH dengesini ayarlar. Antikorlar savunmada görev alır.
Histamin, kılcal damar geçirgenliğini ayarlar.
Bu arada kan serumu da kan plazmasından fibrinojen gibi pıhtılaşma faktörlerinin çıkartılması ile oluşur.
Şimdi gelelim kanın hücresel elemanlarına. Kanda alyuvarlar, akyuvarlar ve kan pulcuğu olmak üzere üç hücresel eleman vardır.
Alyuvarlara eritrositler veya kırmızı kan hücreleri de denir. Bu hücreler akciğerlerden dokulara oksijen, dokulardan akciğerlere karbondioksit taşır. Sağlıklı bir erkekte bir milimetreküp kanda milyon alyuvar bulunur.
Yani erkeklerdeki alyuvar daha fazladır.
Yükseğe çıkıldıkça atmosferdeki oksijen miktarı azalır.
Bu nedenle birim zamanda vücudun gerek duyduğu oksijeni karşılamak için yüksek yerlerde yaşayanlarda alyuvar sayısı daha fazladır.
Embriyonik dönemde dalak, lenf düğümleri ve karaciğerde üretilir.
Hamileliğin son ayında ve sonrasında kırmızı kemik iliğinde alyuvar üretilir.
Bir de çok önemli olan eritropoietin hormonu var.
Bu hormon %90 oranında böbrekten, %10 oranında da karaciğerden salgılanıyor. Görevine gelecek olursak, bu hormon alyuvar yapımını uyarır.
Alyuvarlar üretildikten birkaç gün sonra çekirdeklerini ve diğer organellerini kaybederek içbükey disk şeklini alırlar.
Tabii ki bu çekirdeklerini ve organellerini kaybetmesi durumu memeli canlılara aittir.
Alyuvarlar oksijen taşınmasında görev alan yaklaşık yetersiz alyuvar üretimi, alyuvar yıkımının fazla olması gibi nedenler anemiye yol açabilir.
Anemik bireylerde vücuda yeterli oksijen gitmediğinden soluk cilt, baş ağrısı, baş dönmesi, nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkabilir.
Alyuvarlar mitokondrilerini kaybettiği için oksijenli solunum yapamaz.
Bu nedenle laktik asit fermantasyonuyla enerji üretirler.
Ortalama 120 günlük ömürleri vardır.
İşlevini yitiren ya da yaşlanan alyuvarlar dalakta ve karaciğerde parçalanır.
Akyuvarlara lökositler veya beyaz kan hücreleri de denir.
Bu hücreler vücudu çeşitli enfeksiyonlara ve toksik maddelere karşı korur.
Yani savunma sisteminde görev alırlar.
Yetişkin bir insanda akyuvar sayısı bir milimetreküp kanda ortalama 4 - 10 bin arasında değişir.
Çocuklarda akyuvar sayısı yetişkinlere oranla fazla olabilir.
Akyuvarların sayısı herhangi bir doku ve organda enfeksiyon oluştuğunda artar.
Kısmen kemik iliğinde, kısmen de bademcik, dalak gibi lenf dokusunda üretilirler.
Akyuvarların yaşam süresi çeşitlerine göre birkaç saatten birkaç güne kadar değişebilir. Vücudun savunmasında iki şekilde görev alırlar. Bazı akyuvarlar enfeksiyon etkinlerini fagositozla doğrudan yok eder.
Bazıları ise enfeksiyon etkenlerine karşı antikor denilen özel proteinleri sentezler.
Akyuvarların çeşidi çoktur.
Ancak içlerinden B ve T lenfositlerini bilmemiz gerekiyor.
T lenfositleri timüs bezinde olgunlaşır ve mikroorganizmalara doğrudan saldırır.
B lenfositleri ise kemik iliğinde olgunlaşır bakteri ve virüslere karşı antikor sentezleyerek onları etkisiz hale getirir. Bunları bağışıklık sisteminde daha detaylı olarak konuşuyor olacağız.
Bir de şunu eklemek istiyorum.
Akyuvarlar diğer kan hücrelerinden farklı olarak çekirdeğe sahiptir.
Sıra geldi kan pulcukları veya trombositlere.
Kemik iliğinde oluşan megakaryosit denilen hücreler parçalanarak trombositleri oluşturur.
Parçalanmış hücre parçacığı olduğu için trombositlerin çekirdekleri yoktur ve bir milimetreküp kanda ortalama 150 - 300 bin kadar trombosit bulunur.
Trombositler yaklaşık her on günde bir yenilenir.
Kan pıhtılaşmasında görev alırlar. Bir damarın duvarı zarar gördüğünde pıhtılaşma başlar.
Pıhtılaşmada trombositler yapışkan kümeler halinde zarar gören bölgeye kısa sürede tutunup açıklığı kapatır.
Buna trombosit tıkacı denir.
Bu küçük kanamalar için yeterli gelir.
Ancak daha büyük kanamalarda farklı olaylar gerçekleşir. Trombositler aktifleştirici maddeler ile birlikte protrombini trombin haline getirir.
Trombin ise fibrinojeni ipliksi yapıdaki aktif fibrin haline dönüştürür.
Fibrin molekülleri kalın bir ağ oluşturarak kan hücreleriyle hasarlı bölgeyi tıkar.
Kanda kanın pıhtılaşmasını sağlayan birçok maddenin yanı sıra yeterince kalsiyum iyonunun da bulunması gerekir.
Aynı zamanda K vitamini, protrombinin karaciğerde sentezi için gereklidir.
Bunlardan birinin eksik olması kanın pıhtılaşma süresini olumsuz etkileyebilir. X kromozomuna bağlı kalıtılan hemofili hastalığı çeşitlerinde kanın pıhtılaşmasından sorumlu faktörlerden bazıları eksik ya da yanlış sentezlenmektedir.
Hemofili hastalarında bu nedenle uzun süren kanamalar görülür.
Daha sonrasında bu tüp laboratuvara gönderildi.
Bu tüp laboratuvarda santrifüj makinasına yerleştirilir.
Tabii ki burada herkesin kanı etiketlenmiş bir şekilde duruyor.
Sonrasında bu makina çalıştırılır ve çok hızlı bir şekilde dönmeye başlar.
Döndükçe tüplerin içerisinde bulunan kan ayrışır. Yani aslında santrifüj dediğimiz olay farklı yoğunluklara sahip olan çözelti içindeki maddeleri ağırlıklarına göre çöktürme işlemidir.
Şimdi tüpün içindeki kanın santrifüj sonrasındaki halini inceleyelim.
Santrifüj sonrası kanın şekilli elemanları ağırlıkları nedeniyle tüpün tabanına çöker.
En altta %41 oranla kırmızı kan hücreleri yani alyuvarlar bulunur.
Kandaki alyuvarların yüzdesine hematokrit değeri de denir.
Bu değer bazı hastalıkların tanısında kullanılır.
Alyuvarların üzerindeki %4'lük kısım akyuvarları ve kan pulcuklarının içerir.
En üstteki %55'lik kısım ise kan plazmasını oluşturur. Yetişkinlerde vücut ağırlığının yaklaşık %7'si kan hacmini oluşturuyor.
Ayrıca kanın optimum pH'ı 7,4 olup çok dar sınırlar içerisinde değişiklik gösterebilir.
Kanın taşıma, koruma, düzenleme ve savunma gibi başlıca dört görevi vardır.
Şimdi biraz daha detaylıca bu görevleri konuşuyor olacağız.
İlk olarak kan plazması ile başlayalım.
Kan plazmasının yaklaşık %90'ını su, geri kalan kısmını ise kan plazması proteinleri, aminoasitler, vitaminler, hormonlar gibi organik bileşikler ve inorganik tuzlar oluşturur.
Aynı zamanda heparin, oksijen, karbondioksit, üre gibi metabolik atıklar da burada bulunur.
Su kanda taşıma ve çözücülük görevi üstlenir.
Plazma proteini olan fibrinojen pıhtılaşmada görev alır.
Albümün proteini, ozmotik basıncı ve pH dengesini ayarlar. Antikorlar savunmada görev alır.
Histamin, kılcal damar geçirgenliğini ayarlar.
Bu arada kan serumu da kan plazmasından fibrinojen gibi pıhtılaşma faktörlerinin çıkartılması ile oluşur.
Şimdi gelelim kanın hücresel elemanlarına. Kanda alyuvarlar, akyuvarlar ve kan pulcuğu olmak üzere üç hücresel eleman vardır.
Alyuvarlara eritrositler veya kırmızı kan hücreleri de denir. Bu hücreler akciğerlerden dokulara oksijen, dokulardan akciğerlere karbondioksit taşır. Sağlıklı bir erkekte bir milimetreküp kanda milyon alyuvar bulunur.
Yani erkeklerdeki alyuvar daha fazladır.
Yükseğe çıkıldıkça atmosferdeki oksijen miktarı azalır.
Bu nedenle birim zamanda vücudun gerek duyduğu oksijeni karşılamak için yüksek yerlerde yaşayanlarda alyuvar sayısı daha fazladır.
Embriyonik dönemde dalak, lenf düğümleri ve karaciğerde üretilir.
Hamileliğin son ayında ve sonrasında kırmızı kemik iliğinde alyuvar üretilir.
Bir de çok önemli olan eritropoietin hormonu var.
Bu hormon %90 oranında böbrekten, %10 oranında da karaciğerden salgılanıyor. Görevine gelecek olursak, bu hormon alyuvar yapımını uyarır.
Alyuvarlar üretildikten birkaç gün sonra çekirdeklerini ve diğer organellerini kaybederek içbükey disk şeklini alırlar.
Tabii ki bu çekirdeklerini ve organellerini kaybetmesi durumu memeli canlılara aittir.
Alyuvarlar oksijen taşınmasında görev alan yaklaşık yetersiz alyuvar üretimi, alyuvar yıkımının fazla olması gibi nedenler anemiye yol açabilir.
Anemik bireylerde vücuda yeterli oksijen gitmediğinden soluk cilt, baş ağrısı, baş dönmesi, nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkabilir.
Alyuvarlar mitokondrilerini kaybettiği için oksijenli solunum yapamaz.
Bu nedenle laktik asit fermantasyonuyla enerji üretirler.
Ortalama 120 günlük ömürleri vardır.
İşlevini yitiren ya da yaşlanan alyuvarlar dalakta ve karaciğerde parçalanır.
Akyuvarlara lökositler veya beyaz kan hücreleri de denir.
Bu hücreler vücudu çeşitli enfeksiyonlara ve toksik maddelere karşı korur.
Yani savunma sisteminde görev alırlar.
Yetişkin bir insanda akyuvar sayısı bir milimetreküp kanda ortalama 4 - 10 bin arasında değişir.
Çocuklarda akyuvar sayısı yetişkinlere oranla fazla olabilir.
Akyuvarların sayısı herhangi bir doku ve organda enfeksiyon oluştuğunda artar.
Kısmen kemik iliğinde, kısmen de bademcik, dalak gibi lenf dokusunda üretilirler.
Akyuvarların yaşam süresi çeşitlerine göre birkaç saatten birkaç güne kadar değişebilir. Vücudun savunmasında iki şekilde görev alırlar. Bazı akyuvarlar enfeksiyon etkinlerini fagositozla doğrudan yok eder.
Bazıları ise enfeksiyon etkenlerine karşı antikor denilen özel proteinleri sentezler.
Akyuvarların çeşidi çoktur.
Ancak içlerinden B ve T lenfositlerini bilmemiz gerekiyor.
T lenfositleri timüs bezinde olgunlaşır ve mikroorganizmalara doğrudan saldırır.
B lenfositleri ise kemik iliğinde olgunlaşır bakteri ve virüslere karşı antikor sentezleyerek onları etkisiz hale getirir. Bunları bağışıklık sisteminde daha detaylı olarak konuşuyor olacağız.
Bir de şunu eklemek istiyorum.
Akyuvarlar diğer kan hücrelerinden farklı olarak çekirdeğe sahiptir.
Sıra geldi kan pulcukları veya trombositlere.
Kemik iliğinde oluşan megakaryosit denilen hücreler parçalanarak trombositleri oluşturur.
Parçalanmış hücre parçacığı olduğu için trombositlerin çekirdekleri yoktur ve bir milimetreküp kanda ortalama 150 - 300 bin kadar trombosit bulunur.
Trombositler yaklaşık her on günde bir yenilenir.
Kan pıhtılaşmasında görev alırlar. Bir damarın duvarı zarar gördüğünde pıhtılaşma başlar.
Pıhtılaşmada trombositler yapışkan kümeler halinde zarar gören bölgeye kısa sürede tutunup açıklığı kapatır.
Buna trombosit tıkacı denir.
Bu küçük kanamalar için yeterli gelir.
Ancak daha büyük kanamalarda farklı olaylar gerçekleşir. Trombositler aktifleştirici maddeler ile birlikte protrombini trombin haline getirir.
Trombin ise fibrinojeni ipliksi yapıdaki aktif fibrin haline dönüştürür.
Fibrin molekülleri kalın bir ağ oluşturarak kan hücreleriyle hasarlı bölgeyi tıkar.
Kanda kanın pıhtılaşmasını sağlayan birçok maddenin yanı sıra yeterince kalsiyum iyonunun da bulunması gerekir.
Aynı zamanda K vitamini, protrombinin karaciğerde sentezi için gereklidir.
Bunlardan birinin eksik olması kanın pıhtılaşma süresini olumsuz etkileyebilir. X kromozomuna bağlı kalıtılan hemofili hastalığı çeşitlerinde kanın pıhtılaşmasından sorumlu faktörlerden bazıları eksik ya da yanlış sentezlenmektedir.
Hemofili hastalarında bu nedenle uzun süren kanamalar görülür.