enn der k Sebepsiz yüzü kızardı ve önüne bakti suf bir Allahın garibi, Muazzez" dedi. "O da çok sana!" focukça bir konuşkanlıkla
enn der k Sebepsiz yüzü kızardı ve önüne bakti suf bir Allahın garibi, Muazzez" dedi. "O da çok sana!" focukça bir konuşkanlıkla atılds: Yusuf Agabey. Fakat tuhaf bir hali va oldugu halde beraber olduğumuz zaman Hiyeyim, bir üzüntü duyuyorum. Hem görs Bazen durup dururken koşup boynuma s öpüyor. Seni de çok seviyor herhalde? kapısında içeriyi dinlerken gör- Muazzez bu sefer adamakıllı ağlayarak yatağın bir kena- rina oturmuştu, Yusuf onu ellerinden tutarak yavaşça kendi- ne çekti; ağzını onun saçlarına yaklaştırarak kulağına: "Sana çok daha iyi kocalar bulunur, Muazzez. Ne ya- pacaksın elin serserisini?” dedi. "Sırası mı böyle şeylerin şimdi? Hem sen o Şakir Bey'in ne mal olduğunu bilmez- adam için ağlanır mı?" Muazzez başını hızla çekti. Gözlerindeki yaşlar kuru- muştu. Anlamak istemeyen bir ifade ile hiçbir şey söyle- meden, Yusuf'un yüzüne baktı. Bu bakışlarda hem hayret, hem sitem, hem de biraz dargınlık vardı. sin. Böyle 59 "Biliyor musun, Yusuf Ağabey," dedi, "beni istediler! Bu sözü o kadar açık ve kısa olarak nasıl söylediğine kendisi de şaşıyormuş gibi gözlerini açarak Yusuf'un yü. züne baktı, öteki derhal yatakta doğrulmuştu, sordu: “Kim?” "Hilmi Bey'in oğlu Şakir için istediler . Annesi geldi. Benden güya saklıyorlar ama, şehirde bilmeyen de yok... "Babam ne demiş?" "Babamın pek gönlü yok. Yalnız annem ba! İki günde bir ya annem onlarda, ya onlar bizde. Hilmi Beyleri pek zengin diyorlar. Anneme de daha şimdiden hediyeler filan vermeye başladılar. Sonra...” Sağ elini Yusuf'a doğru uzattı. Kolunda çok ince işle- meli iki altın bilezik vardı. “Bunları da Şakir Bey'in annesi bana verdi!" Yusuf kıpkırmızı kesildi. Muazzez'in elinden tutup bağırtacak kadar sıkarak sordu: istiyor gali- Yusuf devam etti: 100M “Desene, iş bu kadar ilerledi ha? Demek sana şimdiden gelin gözüyle bakıp bilezikler filan veriyorlar! Allah ver- sin, senin de canına minnettir. Zengin diye ağzının suyu akıyor, baksana!.." Muazzez bu sözleri hiç beklemiyormuş gibi kıpkırmızı olarak ayağa kalktı. Gözleri yaşarmış gibiydi. Dudakları titreyerek, birkaç kere: "Yusuf Ağabey!" dedi. Sonra bileğinden altın bilezikleri şiddetle çıkararak yorganın üstüne attı. Yusuf elinin yanına düşen bu iki halkayı parmaklarının arasında ezdi, büktü, sonra ufak bir külçe halinde odanın bir köşesine fırlattı. "Kızım, sen de gençsin, tabii akranlarını görünce senin de için çekecek. Hele böyle Şakir gibi hovardaları kadın kısmı nedense pek beğenir, sonunda da başını taştan taşa vurur. Sen de böyle çocuk gibi düşünme de, biraz ağırbaşlı ol. Hayırlı bir kısmet çıksın hele! Seni evde koyacak de- ğiller ya, elbet birisine verecekler. Anan olacak karı seni ne diye ikide birde Hilmi Beylere götürür ki?.. Çocuk de- ğil misin, elbet evin şatafatı gözünü alacak. Neyse, sen akıllı kızsın, bu kadar sabırsız olma!" Yusuf daha fazla söyleyemedi. Muazzez'in yüzü onu korkuttu ve şaşırttı. Genç kızın iri gözlerinin içi ateş gibi yanıyor, dudaklarının kenari, tokat yemiş gibi titriyordu. Ağlayamayacak kadar çok istirap çektiği, şiddetli bir buhran geçirmek üzere olduğu görülüyordu. Fakat böy- le bir şey olmadı. Muazzez yavaşça yatağın kenarından kalktı, ağır ağır, başı önde dışarı çıktı ve Yusuf hiçbir şey anlamadan arkasından bakakaldı. 82