Hayalindeki netler. İhtiyacın olan her şey. Tek platform.

Soru çözüm, yayın seti, birebir rehberlik, canlı dersler ve daha fazlası Kunduz’da. Şimdi al, netlerini artırmaya başla.

Soru:

sabah namazı okunurken Ali'yi uyandirdi kizarmis ekmek kokan odada semaver ne güzel kaynardi. Ali semaveri, içinde ne istirap, n

sabah namazı okunurken Ali'yi uyandirdi kizarmis ekmek kokan odada semaver ne güzel
kaynardi. Ali semaveri, içinde ne istirap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya benzetirdi.
Onda yalnız koku, buhar ve sabahin saadeti istihsal edilirdi. Ali'nin annesi

sabah namazı okunurken Ali'yi uyandirdi kizarmis ekmek kokan odada semaver ne güzel kaynardi. Ali semaveri, içinde ne istirap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya benzetirdi. Onda yalnız koku, buhar ve sabahin saadeti istihsal edilirdi. Ali'nin annesine ölüm, bir misafir, bir başörtülü, namazında niyazında bir komşu hanım gelir gibi geldi. Sabahları oğlunun çayını, akşamlan iki kap yemeğini hazırlaya hazırlaya akşam ediyordu. Fakat yüreğinin kenarında bir sizi hissediyor; buruşuk ve tülbent kokan vücudunda akşamüstleri merdivenleri hızlı hızlı çıktığı zaman bir kesiklik, bir ter, bir yumuşaklık duyuyordu. Bir sabah, daha Ali uyanmadan, semaverin başında üzerine bir fenalık gelmiş; yakin sandalyeye çöküvermişti. Çöküş, o çöküş Ali annesinin kendisini bu sabah niçin uyandırmadığına hayret etmekle beraber uzun zaman vaktin geciktiğini anlayamamıştı. Fabrikanın düdüğü, camların içinden tizliğini, can koparıcılığını terk etmiş ve bir sünger içinden geçmiş gibi yumuşak, kulaklarına geldi. Fırladı. Yemek odasının kapısında durdu. Masaya elleri dayalı uyuklar gibi vaziyetteki ölüyü seyretti. Onu uyuyor sanıyordu. Ağır ağır yürüdü. Omuzlarından tuttu. Dudaklarını soğumaya başlamış yanaklara sürdüğü zaman ürperdi. Ölümün karşısında, ne yapsak, muvaffak olmuş bir aktör- den farkımız olmayacak. O kadar, muvaffak olmuş bir aktör.Sarıldı. Onu kendi yatağına götürdü. Yorganı üstlerine çekti; soğumaya başlayan vücudu isitmaya çalıştı. Vücudunu, ha- yatiyetini bu soğuk insana aşılamaya uğraştı. Sonra, aciz, onu köşe minderinin üzerine attı, Bütün arzusuna rağmen o gün ağlayamadı. Gözleri yandı, yandı, bir damla yaş çıkarmadı. Aynaya baktı. En büyük kederin karşısında, bir gece uykusuz kalmış insan çehresinden başka bir çehre almak kabil olmayacak mıydı?Ali birdenbire zayıflamak, birdenbire saçlarını ağarmış görmek, birdenbire belinde müthiş bir ağrı ile iki kat oluvermek, hemen yüz yaşına girmiş kadar ihtiyarlamak istiyordu. Sonra ölüye bir daha baktı. Hiç de korkunç değildi. Bilakis çehre eskisi kadar müşfik, eskisi kadar mülayimdi. Ölünün yarı kapalı gözlerini metin bir elle kapadı. Sokağa fırladı. Komşu ihtiyar hanıma haber verdi. Komşular koşa koşa eve geldiler. O fabrikaya yollandı. Yolda kayıkla giderken, ölüme alışmış gibi idi. Yan yana, kucak kucağa, aynı yorganın içinde yatmışlardı. Ölüm munis, anasına girdiği gibi onun bütün hassasiyetini, şef- katini, yumuşaklığını almıştı. Yalnız biraz soğuktu. Ölüm bildiğimiz kadar korkunç bir şey değildi. Yalnız biraz soğuktu o kadar...Ali, günlerce evin boş odalarında gezindi. Gece ışık yak- madan oturdu. Geceyi dinledi. Anasını düşündü. Fakat ağlayamadı. Bir sabah yemek odasında karşı karşıya geldiler. O, yemek masasının muşambası üzerinde sakin ve parlakti. Güneş sarı pirinç maddenin üzerinde donakalmıştı. Onu kulplarından tu- tarak, gözlerinin göremeyeceği bir yere koydu. Kendisi bir sandalyeye çöktü. Bol bol, sessiz bir yağmur gibi ağladı. Ve o evdeo, bir daha kalamadı.Bundan sonra Ali'nin hayatına bir salep güğümü girer. Kış Haliç etrafında İstanbul'dakinden daha sert, daha sisli olur. Bozuk kaldırımların üzerinde buz tutmuş çamur parçalarını kırarak erkenden işe gidenler; mektep hocaları, celepler ve kasaplar fabrikanın önünde bir müddet dinlenirler, kocaman bir duvara sırtlarını vererek üstüne zencefil ve tarçın serpilmiş salep içerlerdi. Yün eldivenlerin içinde saklı kıymettar elleri salep fincanını kucaklayan burunları nezleli, kafaları grevli, istiraplı piring bir semaver gibi tüten sarışın ameleler, mektep hocaları, celepler, kasaplar ve bazan fakir mektep talebeleri kocaman fabrika duvarına sırtlarım verirler; üstüne rüyalarının mabadi serpilmiş salepten yudum yudum içerlerdi. Sait Faik ABASIYANIK