Hayalindeki netler. İhtiyacın olan her şey. Tek platform.

Soru çözüm, yayın seti, birebir rehberlik, canlı dersler ve daha fazlası Kunduz’da. Şimdi al, netlerini artırmaya başla.

Soru:

Yarım kilodan bir gram daha az koysam? Yüzer Biz nazari olarak yarım kilo diyelim. Diyelim. Netice ne olur? Ne olur? Sıfır olmaz

Yarım kilodan bir gram daha az koysam?
Yüzer
Biz nazari olarak yarım kilo diyelim.
Diyelim.
Netice ne olur?
Ne olur?
Sıfır olmaz mı?
Sizin, "olmaz" diye cevap vermenize vakit kalmadan:
- Şimdi ben ağırlığı sıfıra, binde dokuz yüz doksan dokuz-
dan fazla ya

Yarım kilodan bir gram daha az koysam? Yüzer Biz nazari olarak yarım kilo diyelim. Diyelim. Netice ne olur? Ne olur? Sıfır olmaz mı? Sizin, "olmaz" diye cevap vermenize vakit kalmadan: - Şimdi ben ağırlığı sıfıra, binde dokuz yüz doksan dokuz- dan fazla yakın olan, denizde yüzen bir şeye bir tayyare moto- ru taksam ne olur? Yürür. Ama nasıl yürür? Gemilerden daha çok küçük olduğu için çok hızla gider. Yahut paramparça olur. Bu şemadır evladım. Yüz bin tonluk böyle bir gemi yap- sam? O tondaki gemilerden daha ağır gider. Nasıl daha ağır? - Basbayağı daha ağır. -Ağırlığı sıfır olan bir şey ağır mı yürür? Geminizin ağırlığı sıfır değil ki... Sıfır olan nedir, öyleyse? Geminizin ağırlığıyla tebdili mekân ettirdiği suyun ağır- lığının nazari olarak denk olmasıdır. Peki, benim sıfırım ne oluyor? - Sizin sıfır başka sıfır. Hem ona sıfır bile denmez. Bir denk oluş. Geminizin ağırlığı yine ağırlıktı. Cazibe Kanunu olmasay- dı, o zaman belki hakkınız vardı. Geminize püf dediniz mi uçardı. Ama size de o zaman birisi püf dese, kendinizi ayda bu- lurdunuz. İnanır mısınız ki, böyle bir muhavere aramızda geçmedi. Hepimiz çocuktuk. O, kocaman, elli yaşlarında bir adamdı. Hiç ukalalık etmezdik. O, her şeyi sıfıra irca ettiğini sanır. Ağırlık- siz, havadan bile hafif sandığı gemisini nefesiyle üflerdi. Bütün çocuklar onu taklit ederdik. İnce tahtalardan, alüminyumdan yapılmış gemi bayağı hızlı giderdi. O, elindeki vapurunun kıçı- na bağlanmış Ingiliz sicimini büyük makarasından boşaltırdı. Yüzü bir derin hazza açılırdı. Nasıl çocuklar, derdi, nasıl? Biz, bir büyük âlimle hemhal olmaktan memnun alay eder- dik. Ah, mösyö, derdik, siz büyük bir alimsiniz... Öyle mütevazı, öyle memnun, öyle gözlerinin içi gülerek, öyle inanarak mahcup, gemisinin ipini çekerdi ki... Paket yap- maya hazırlanırken; Biraz daha, biraz daha mösyö... derdik. Yarın, yarın, derdi. Vapur geliyor mes enfants.. İtalyan mıydı? Levanten miydi? İyice bilmiyorum. Bildi- ğim çok güzel Türkçe konuştuğu, bir bankada muhasip oldu- ğuydu. Ben o zamanlar, kafamın içinde onunla münakaşa ederdim, ama şimdiki gibi ukala değildim. Çocuktum, yirmi yaşıma rağ- men. Aradan yirmi sene geçti. Kendini bir tatlı rüyaya kaptır- mış adamı ne diye uyandırmalı? Geçenlerde, Karaköy'de rastgeldim ona. Beni nasıl da taru- dı? Yüzü değişti. Uçuk sarı benzi hafifçe kızardı. Nazikâne şap- kasını çıkardı. - Nasıl, dedim, nasıl gidiyor sizin transatlantik? Öyle tuhaf güldü ki, bütün derdini anladım. Ukalanın biri, hulyalarını ince sopaları kırar gibi çat çat kırmış, ona Arşimet kanununu iyice anlatmıştı. Hiç cevap vermedi. Çabucak uzak- laştı. Dünya yüzünde bir de cazibe kanunu bulunduğunu anla- mıştı. Rüyasından uyandırılmıştı ama, gülüşünden anlıyordum. ki, cazibe kanunundan gemisini kurtarmak için direklerine ko- caman mıknatıslar takmayı düşünüyor. Aile, (4), Kış 1948 21