Sindirim sistemine alınan besinlerin kullanılabilmesi için besinlerin hücreye geçebilecek büyüklükte olması gerekir.
Bu nedenle besinlerin yapı taşlarına kadar parçalanması gerekir.
İşte besinlerin sindirim kanalında parçalanması işlemine sindirim adını veriyoruz. Mesela bu elmayı yememiz sindirimin başlangıç aşamasıdır.
Besinler daha sonra fiziksel ve kimyasal olarak parçalanarak hücreler tarafından alınabilecek yapılara dönüştürülür.
Sonuçta bu kadar büyüklükteki bir elmanın hücrelerimize girmesini bekleyemeyiz değil mi?
Ancak işte o kadar çok küçültüyoruz ki bu moleküller difüzyon ve aktif taşıma ile emilerek vücut hücreleri tarafından alınabilecek hale geliyorlar.
Sindirilmeyen ya da emilmeyen maddelerin ise dışkılamayla atılması gerekiyor.
Sindirimi kendi içerisinde mekanik fiziksel ve kimyasal olarak ikiye ayırıyoruz. Besinlerin öğütülmesi ya da fiziksel güçle daha küçük parçalara ayrılmasına mekanik sindirim denir.
Burada amaç besinlerin yüzey alanını arttırmaktır.
Mekanik sindirimin ardından kimyasal sindirim gerçekleşecek.
Aslında biz yüzey alanını artırarak kimyasal sindirimin daha kolay olmasını sağlıyoruz.
Mekanik sindirimde enzim kullanmıyoruz.
En önemlisi de mekanik sindirim sonucu oluşan parçalar henüz hücre zarından geçemez.
Besin maddelerinin su kullanılarak enzimlerle kimyasal bağlarının koparılıp yapı taşlarına ayrılmasına ise kimyasal sindirim denir.
Amaç besinleri hücre zarından geçebilecek yapı taşlarına kadar parçalamaktır. Kimyasal sindirimi kendi içerisinde hücre içi sindirim ve hücre dışı sindirim olarak da ikiye ayırıyoruz.
Fagositoz ve pinositozla alınan besinlerin besin kofulu oluşturulduktan sonra hücre içinde lizozom enzimleriyle yapı taşlarına kadar parçalanmasına hücre içi sindirim denir. Biz bu ünitede sindirim kanalında gerçekleşen hücre dışı sindirimden bahsediyor olacağız. Besinlerin salgılanan enzimlerle hücrenin dışındaki bir boşlukta yapı taşlarına kadar parçalanmasına hücre dışı sindirim diyoruz. Bu arada aklıma gelmişken söylemek istiyorum, akyuvar hücrelerimiz hücre içi sindirim yapar. Fakat bu olay tamamen savunma amaçlıdır. Sindirim sistemi, sindirim kanalı ve bu kanalla bağlantılı olan sindirime yardımcı yapılardan oluşur.
Şimdi sindirim kanalını oluşturan yapıları inceleyelim.
Bu kısımda ağız bulunuyor.
O zaman buraya da tükürük bezidir diyebiliriz.
Hemen alt kısımda ise yutak ve yemek borusu bulunur.
Yemek borusunun altında ise midemiz var.
Sonra ince bağırsak, kalın bağırsak, son kısımda da anüs yer alır.
Burada yeşille gösterdiğim yapılar ise karaciğer, pankreas ve safra kesesidir.
Tabii ki burası şematik bir gösterim.
Konumuz ilerledikçe hepsini ayrıntılı olarak inceliyor olacağız.
Besinler sindirim kanalı boyunca kanal duvarında bulunan düz kasların birbirini takip eden kasılıp gevşemeleriyle ilerler. Bu harekete peristaltik hareket denir. Mesela burada üst kısımlar kasılırken alt taraf ise gevşiyor.
Böylece besin aşağıya doğru hareket etmiş oluyor.
Ağız besinlerin sindirim sistemini alındığı ilk bölümdür. Besinler burada hem mekanik hem de kimyasal sindirime uğratılır.
Ağız boşluğunun iç yüzeyi mukoza adı verilen çok katlı epitelle kaplıdır. Ağızda bulunan dil besinlerin tadının alınmasında, besinlerin ağız içinde hareket ettirilmesinde, lokmanın oluşturulmasında ve yutulmasında işlev görür.
Ağızdaki mekanik sindirim dişler sayesinde olur.
Besinler kesici, parçalayıcı, öğütücü dişler sayesinde küçük parçalara bölünür.
Böylece parçalara bölünmüş besinlerin toplam yüzey alanı fiziksel olarak arttırılmış olur.
Besinleri yutmadan önce iyice çiğnemeyi unutmayın, böylece midenizin işini kolaylaştırmış olursunuz.
Bir diş morfolojik olarak taç, boyun ve kök olmak üzere üç kısımdan oluşur. Dişin dışta kalan görünen kısmına taç, diş eti ile sarılı kısmına boyun, çene kemiği içindeki kısmına ise kök denir.
Bir de dıştan içe doğru inceleyelim.
En dışta bulunan mine taç kısmını örter.
Mine tabakasının yapısında kalsiyum, fosfor ve flor bulunur.
Burası oldukça sert ve dayanıklı bir tabakadır.
Dişimize parlaklık verir.
Minenin altındaki kemik tabakaya ise dentin diyoruz.
En içte ise pulpa bulunuyor. Buraya diş özü de denir.
Yapısında sinirler ve kan damarları bulunur.
Ağzımızın hemen altında yutak diğer ismiyle farinks bulunuyor.
Yemek borusu ve soluk borusunun açıldığı ortak alana yutak diyoruz.
Besinler yutaktan geçerken besinlerin soluk borusuna gitmemesi gerekir.
Çünkü her ikisi de yan yana bulunuyor.
Bu nedenle yutkununca gırtlak kapağı ki biz buna epiglottis de diyoruz, burası kıkırdak yapılıdır.
Bu kısım soluk borusunu kapatarak besinlerin soluk borusuna girmesini engeller.
Eğer yutma refleksinde bir bozukluk olursa besinler soluk borusuna kaçarak boğulmaya neden olabilir.
Yutak ile mide arasında uzanıp ağız boşluğunu mideye bağlayan kanala yemek borusu diyoruz.
Buranın esas görevi yutulan besinlerin mideye iletilmesini sağlamaktır.
Yemek borusunun duvarındaki kaslar biraz önce anlattığım peristaltik hareketlerle bunu gerçekleştirir. Yemek borusunun ağzı yakın olan kısmındaki kaslar çizgili, diğerleri ise düz kastır.
Bu nedenle yutkunma işlemi istemli başlayıp refleks olarak devam eder.
Mide diyaframın hemen altında yer alan J harfine benzeyen torba şeklindeki bir organdır. Mide yemek borusundan gelen besinleri geçici olarak depolar.
Midenin yemek borusuyla bağlantı yerinde mide ağzı yani kardia bulunur.
İnce bağırsakla birleşme yerinde mide kapısı, pilor bulunur.
Burada sfinkterler büzgen kaslar vardır. Böylece mideye yemek giriş çıkışını kontrol ederler.
Midede de tıpkı ağızda olduğu gibi hem mekanik hem de kimyasal sindirim gerçekleşir. Midenin iç yüzeyinde mukoza tabakası vardır. Mukoza tabakasındaki epitel hücreler mide öz suyu salgılar.
Mide özsuyunun içerisinde pepsinojen enzimi ve hidroklorik asit bulunur.
Mide öz suyu sayesinde besinler kısmen sindirilir.
Bir bulamaç oluşur.
Bu bulamaca kimus adını veriyoruz.
Bu arada midenin dış kısmında bağ doku, ortada düz kaslar, en içte ise mukoza bulunuyor.
Zaten mukozadan biraz önce de bahsetmiştim.
Gelelim midenin enzim salgıladığı durumlara.
Besinlerin görülmesi, kokusunun alınması ve mide mukozası ile temas etmesi mide öz suyunun salgılanmasını uyarır.
Vagus siniri de mideyi hızlandıran parasempatik bir sinirdir.
Mide ayrıca gastrin adı verilen bir hormon salgılar.
Mide bezlerinden kana salgılanan gastrin hormonu kan dolaşımıyla tekrar mideye ulaşır, mide duvarındaki salgı yapan hücreleri uyararak mide öz suyunu salgılatır. Midemizin pH'ı da 2 civarındadır.
Peki midenin içinde asit bulunmasına rağmen kendisine neden zarar vermez, bunu hiç düşündünüz mü?
Evet cevabı çok basit değil mi?
Tabii ki midenin iç kısmını kaplayan mukoza tabakası midemizi korur.
Ancak alkol ve aşırı asitli gıdalar mukozanın tahribine yol açabilir.
Son olarak peritondan bahsetmek istiyorum.
Periton midenin ve karın boşluğundaki diğer organların üzerini örten bir zardır.
Bu nedenle besinlerin yapı taşlarına kadar parçalanması gerekir.
İşte besinlerin sindirim kanalında parçalanması işlemine sindirim adını veriyoruz. Mesela bu elmayı yememiz sindirimin başlangıç aşamasıdır.
Besinler daha sonra fiziksel ve kimyasal olarak parçalanarak hücreler tarafından alınabilecek yapılara dönüştürülür.
Sonuçta bu kadar büyüklükteki bir elmanın hücrelerimize girmesini bekleyemeyiz değil mi?
Ancak işte o kadar çok küçültüyoruz ki bu moleküller difüzyon ve aktif taşıma ile emilerek vücut hücreleri tarafından alınabilecek hale geliyorlar.
Sindirilmeyen ya da emilmeyen maddelerin ise dışkılamayla atılması gerekiyor.
Sindirimi kendi içerisinde mekanik fiziksel ve kimyasal olarak ikiye ayırıyoruz. Besinlerin öğütülmesi ya da fiziksel güçle daha küçük parçalara ayrılmasına mekanik sindirim denir.
Burada amaç besinlerin yüzey alanını arttırmaktır.
Mekanik sindirimin ardından kimyasal sindirim gerçekleşecek.
Aslında biz yüzey alanını artırarak kimyasal sindirimin daha kolay olmasını sağlıyoruz.
Mekanik sindirimde enzim kullanmıyoruz.
En önemlisi de mekanik sindirim sonucu oluşan parçalar henüz hücre zarından geçemez.
Besin maddelerinin su kullanılarak enzimlerle kimyasal bağlarının koparılıp yapı taşlarına ayrılmasına ise kimyasal sindirim denir.
Amaç besinleri hücre zarından geçebilecek yapı taşlarına kadar parçalamaktır. Kimyasal sindirimi kendi içerisinde hücre içi sindirim ve hücre dışı sindirim olarak da ikiye ayırıyoruz.
Fagositoz ve pinositozla alınan besinlerin besin kofulu oluşturulduktan sonra hücre içinde lizozom enzimleriyle yapı taşlarına kadar parçalanmasına hücre içi sindirim denir. Biz bu ünitede sindirim kanalında gerçekleşen hücre dışı sindirimden bahsediyor olacağız. Besinlerin salgılanan enzimlerle hücrenin dışındaki bir boşlukta yapı taşlarına kadar parçalanmasına hücre dışı sindirim diyoruz. Bu arada aklıma gelmişken söylemek istiyorum, akyuvar hücrelerimiz hücre içi sindirim yapar. Fakat bu olay tamamen savunma amaçlıdır. Sindirim sistemi, sindirim kanalı ve bu kanalla bağlantılı olan sindirime yardımcı yapılardan oluşur.
Şimdi sindirim kanalını oluşturan yapıları inceleyelim.
Bu kısımda ağız bulunuyor.
O zaman buraya da tükürük bezidir diyebiliriz.
Hemen alt kısımda ise yutak ve yemek borusu bulunur.
Yemek borusunun altında ise midemiz var.
Sonra ince bağırsak, kalın bağırsak, son kısımda da anüs yer alır.
Burada yeşille gösterdiğim yapılar ise karaciğer, pankreas ve safra kesesidir.
Tabii ki burası şematik bir gösterim.
Konumuz ilerledikçe hepsini ayrıntılı olarak inceliyor olacağız.
Besinler sindirim kanalı boyunca kanal duvarında bulunan düz kasların birbirini takip eden kasılıp gevşemeleriyle ilerler. Bu harekete peristaltik hareket denir. Mesela burada üst kısımlar kasılırken alt taraf ise gevşiyor.
Böylece besin aşağıya doğru hareket etmiş oluyor.
Ağız besinlerin sindirim sistemini alındığı ilk bölümdür. Besinler burada hem mekanik hem de kimyasal sindirime uğratılır.
Ağız boşluğunun iç yüzeyi mukoza adı verilen çok katlı epitelle kaplıdır. Ağızda bulunan dil besinlerin tadının alınmasında, besinlerin ağız içinde hareket ettirilmesinde, lokmanın oluşturulmasında ve yutulmasında işlev görür.
Ağızdaki mekanik sindirim dişler sayesinde olur.
Besinler kesici, parçalayıcı, öğütücü dişler sayesinde küçük parçalara bölünür.
Böylece parçalara bölünmüş besinlerin toplam yüzey alanı fiziksel olarak arttırılmış olur.
Besinleri yutmadan önce iyice çiğnemeyi unutmayın, böylece midenizin işini kolaylaştırmış olursunuz.
Bir diş morfolojik olarak taç, boyun ve kök olmak üzere üç kısımdan oluşur. Dişin dışta kalan görünen kısmına taç, diş eti ile sarılı kısmına boyun, çene kemiği içindeki kısmına ise kök denir.
Bir de dıştan içe doğru inceleyelim.
En dışta bulunan mine taç kısmını örter.
Mine tabakasının yapısında kalsiyum, fosfor ve flor bulunur.
Burası oldukça sert ve dayanıklı bir tabakadır.
Dişimize parlaklık verir.
Minenin altındaki kemik tabakaya ise dentin diyoruz.
En içte ise pulpa bulunuyor. Buraya diş özü de denir.
Yapısında sinirler ve kan damarları bulunur.
Ağzımızın hemen altında yutak diğer ismiyle farinks bulunuyor.
Yemek borusu ve soluk borusunun açıldığı ortak alana yutak diyoruz.
Besinler yutaktan geçerken besinlerin soluk borusuna gitmemesi gerekir.
Çünkü her ikisi de yan yana bulunuyor.
Bu nedenle yutkununca gırtlak kapağı ki biz buna epiglottis de diyoruz, burası kıkırdak yapılıdır.
Bu kısım soluk borusunu kapatarak besinlerin soluk borusuna girmesini engeller.
Eğer yutma refleksinde bir bozukluk olursa besinler soluk borusuna kaçarak boğulmaya neden olabilir.
Yutak ile mide arasında uzanıp ağız boşluğunu mideye bağlayan kanala yemek borusu diyoruz.
Buranın esas görevi yutulan besinlerin mideye iletilmesini sağlamaktır.
Yemek borusunun duvarındaki kaslar biraz önce anlattığım peristaltik hareketlerle bunu gerçekleştirir. Yemek borusunun ağzı yakın olan kısmındaki kaslar çizgili, diğerleri ise düz kastır.
Bu nedenle yutkunma işlemi istemli başlayıp refleks olarak devam eder.
Mide diyaframın hemen altında yer alan J harfine benzeyen torba şeklindeki bir organdır. Mide yemek borusundan gelen besinleri geçici olarak depolar.
Midenin yemek borusuyla bağlantı yerinde mide ağzı yani kardia bulunur.
İnce bağırsakla birleşme yerinde mide kapısı, pilor bulunur.
Burada sfinkterler büzgen kaslar vardır. Böylece mideye yemek giriş çıkışını kontrol ederler.
Midede de tıpkı ağızda olduğu gibi hem mekanik hem de kimyasal sindirim gerçekleşir. Midenin iç yüzeyinde mukoza tabakası vardır. Mukoza tabakasındaki epitel hücreler mide öz suyu salgılar.
Mide özsuyunun içerisinde pepsinojen enzimi ve hidroklorik asit bulunur.
Mide öz suyu sayesinde besinler kısmen sindirilir.
Bir bulamaç oluşur.
Bu bulamaca kimus adını veriyoruz.
Bu arada midenin dış kısmında bağ doku, ortada düz kaslar, en içte ise mukoza bulunuyor.
Zaten mukozadan biraz önce de bahsetmiştim.
Gelelim midenin enzim salgıladığı durumlara.
Besinlerin görülmesi, kokusunun alınması ve mide mukozası ile temas etmesi mide öz suyunun salgılanmasını uyarır.
Vagus siniri de mideyi hızlandıran parasempatik bir sinirdir.
Mide ayrıca gastrin adı verilen bir hormon salgılar.
Mide bezlerinden kana salgılanan gastrin hormonu kan dolaşımıyla tekrar mideye ulaşır, mide duvarındaki salgı yapan hücreleri uyararak mide öz suyunu salgılatır. Midemizin pH'ı da 2 civarındadır.
Peki midenin içinde asit bulunmasına rağmen kendisine neden zarar vermez, bunu hiç düşündünüz mü?
Evet cevabı çok basit değil mi?
Tabii ki midenin iç kısmını kaplayan mukoza tabakası midemizi korur.
Ancak alkol ve aşırı asitli gıdalar mukozanın tahribine yol açabilir.
Son olarak peritondan bahsetmek istiyorum.
Periton midenin ve karın boşluğundaki diğer organların üzerini örten bir zardır.