Bu videoda son zamanların en çok dikkat çeken konusu olan virüslerden bahsedeceğiz.
Virüsler hiçbir canlı alemi altında sınıflandırılmaz.
Yani hatırlarsanız bakteriler alemi, arkeler, mantarlar alemi, protistler, bitkiler, hayvanlar gibi birçok alem bulunmaktaydı.
Ancak dediğim gibi virüslerde böyle bir sınıflandırma yapılmıyor.
Virüsler cansız değildir ama aslında canlı da değildir.
Virüsler için şöyle diyoruz: Cansız ve canlılar arasındaki geçiş formlarıdır.
Bazen canlılık özelliği gösterebilirler.
Ama bazen de tamamen cansızlara benzerler.
Bunları zaten konuşacağız.
Bu arada ilk keşfedilen virüs, tütün mozaik virüsüdür.
Bu virüs tütün yaprağında hastalık yapar.
Virüs, kelime anlamı olarak zehir ve yapışkan sıvı demektir.
Virüsler çok çok küçük oldukları için ışık mikroskobuyla görülemez.
Elektron mikroskobunun keşfedilmesiyle birlikte ilk olarak 1930 yılında görüntülenmiştir.
Normalde bir hücrede neler bulunduğunu hatırlayalım.
Mesela hücre zarı, sitoplazma, organeller, çekirdek...
Evet, bunlar normalde bir hücrenin içerisinde bulunuyordu.
Ancak virüslerde hücresel yapı gözlenmez.
Yani sitoplazma, organel, çekirdek gibi yapıları bulunmaz.
Acaba ribozomu var mı diye düşünmüş olabilirsiniz, ama ribozomu da yoktur.
Virüslerin enzim sistemleri de bulunmaz.
En belirgin canlılık faaliyetlerinden olan protein ve ATP sentezini de yapamazlar.
Bakterilerle mücadelede antibiyotikleri kullanırız.
Antibiyotikler bakterilerin enzim sistemini bozar ve böylece ölmelerine sebep olur.
Ancak virüslerle mücadelede antibiyotikler kullanılamaz.
Çünkü biraz önce de söylediğim gibi virüslerde enzim sistemi bulunmuyor.
Buraya kadar anlattıklarıma göre virüslerin kendi başına herhangi bir canlılık faaliyeti sergileyemeyeceğini söyleyebiliriz.
Bu şekilde doğada yıllarca inaktif olarak, yani kristal bir halde kalırlar.
Virüsler ancak canlı bir hücrenin içine girdiğinde metabolik aktivite kazanır.
Virüslere bu nedenle zorunlu hücre içi parazittir diyoruz.
Hücrelerimizin bölünerek çoğaldığını biliyorsunuzdur.
Virüslerde bölünerek çoğalma gibi bir durum da gerçekleşmez.
Virüslerin çoğalmaları, üremeleri farklı bir şekilde olur.
Virüsler pH, radyasyon, sıcaklık değişimlerinden ve kimyasal maddelerden çabuk etkilenir.
Bu nedenle kolay bir şekilde mutasyona uğrarlar.
Mutasyonla virüslerin genetik yapıları değişebilir ve yeni virüslere dönüşebilirler.
Yani aslında virüs form ve konak değiştirmiş olur.
Virüsle enfekte olan insan hücreleri, virüse karşı savunma sağlayan interferon denilen bir protein salgılar.
İnterferon, konak hücreleri koruyamaz.
Ancak oluşturulduğunda diğer hücreleri uyararak viral enfeksiyonlara karşı bir direncin ortaya çıkmasını sağlar.
Bu arada konak, virüslerin çoğalmak için gereksinim duyduğu organizmadır.
Virüsler hava, su, doğrudan temas, vücut sıvıları ve diğer canlılar yoluyla bulaşıp hastalıklara yol açar.
Bu hastalıklara virütik hastalıklar adı verilir.
Bu hastalıklara karşı bağışıklık sağlamak amacıyla aşı, koruyucu ve tedavi edici olarak da serumlar kullanılır.
Virüsler konak hücrelere özgüdürler.
Örneğin hepatit virüsü karaciğer, kuduz ve çocuk felci virüsü sinir, su çiçeği ve uçuk virüsü deri, HIV akyuvar hücrelerini enfekte eder.
HIV virüsü, AIDS hastalığına yol açar.
Şimdi bir virüsün genel yapısına bakalım.
Bütün virüsler kalıtım maddesi olarak ya sadece DNA ya da sadece RNA içerir.
Yani bizim hücrelerimizde olduğu gibi hem DNA'yı hem de RNA'yı birlikte bulundurmazlar.
Kalıtım materyaline genom adı da verilir.
DNA veya RNA kapsit adı verilen protein bir kapsül ile sarılıdır.
Bu kapsül çubuk, helix, küre veya küp şeklinde olabilir.
Kapsülün temel görevi kalıtım maddesini muhafaza etmektir.
Kapsül ayrıca konakçı hücreye tutunmak için özel proteinler de içerir.
Bazı virüslerde bu kapsülün dışında yağ ve protein molekülünden oluşan bir zarf vardır.
Virüsler sahip olduğu nükleik asit bakımından büyük çeşitlilik gösterir.
Örneğin bazı virüslerin DNA'sı çift iplikten oluşurken bazılarınınki tek iplikten oluşmuştur.
Yine DNA bazı virüslerde doğrusal, bazılarında halkasal yapıdadır.
Pek çok virüs RNA içerir.
Mesela koronavirüsün kalıtım materyali RNA'dır.
RNA normalde tek ipliklidir ama bazı virüslerin RNA'sı çift iplikli de olabilir.
Bitki virüslerinde nükleik asit olarak RNA bulunur.
Hayvan virüslerinin bazılarında RNA, bazılarında ise DNA vardır.
Bakterilerde çoğalan virüslere bakteriyofaj adı verilir.
O zaman şimdi de bakteriyofajı inceleyelim.
Genomu DNA'dır.
Baş, boyun ve kuyruk kısımlarından oluşur.
Burada da protein kılıfı yani kapsülü bulunuyor.
Bunun dışında zar yok.
Böyle virüsler için nükleoprotein yapılıdır diyebiliriz.
Hatta ribozom organeli ve kromozomlar da nükleoprotein yapılıdır.
Yapısında sadece nükleik asit ve protein bulunduran maddelere nükleoprotein denir.
Şimdi de bakteriyofajın üremesini konuşalım.
Burada pembe ile çizdiğim bakteri ve bu da bakterinin DNA'sı.
İlk olarak faj, bakteriye tutunur.
Bakterinin hücre duvarını ve zarını deler.
Sonra da faj, DNA'sını hücrenin içine şırınga eder.
Hatırlarsanız virüslerde aslında neredeyse hiçbir şey bulunmuyordu.
İşte virüsler konak hücrenin enzim ve enerji sistemleri ile hammadde kaynaklarını kullanarak kendilerini hızlı bir şekilde çoğaltır.
Önce bakteri DNA'sı parçalanır.
Bakterinin DNA'sı parçalandığında açığa nükleotitler çıkar.
Virüs bu nükleotitleri kullanır, kendisine DNA sentezler.
Ayrıca bakterinin ürettiği ATP'yi de tüketir.
Kendisine protein kılıf da sentezler.
Bunu da yine bakterinin ribozomunda yapar.
Sonra da tabii ki bunları birleştirir.
Konakçı hücre içinde çok sayıda yeni virüs oluşur.
Son aşamada oluşan virüsler hücreyi parçalar ve parçalanmadan sonra da hücrenin dışına çıkar.
Artık bu bakteri de ölmüş olur.
Buradaki parçalanmaya liziz adı da verilir.
Hatta bu döngüye de litik döngü diyoruz.
Bir de lizogenik döngü vardır.
Bu döngüde virüs DNA'sı ile bakteri DNA'sı birleşir.
Bakteri DNA'sı eşlendikçe virüs DNA'sı da eşlenir.
Yani litik döngünün tersine, lizogenik döngüde virüs konakçıya zarar vermeden çoğalır.
Ancak daha sonra litik döngüye geçiş yapabilir.
Bu arada virüsler konak hücresini, konak hücrenin zarında bulunan protein, karbonhidrat veya yağ yapıdaki hedefleri tanıyarak bulur.
Ve bu hedefleri üzerinde bulundurmayan hücrelere saldırmaz.
Yani her hücre türü her virüse karşı duyarlı değildir.
Virüsler hiçbir canlı alemi altında sınıflandırılmaz.
Yani hatırlarsanız bakteriler alemi, arkeler, mantarlar alemi, protistler, bitkiler, hayvanlar gibi birçok alem bulunmaktaydı.
Ancak dediğim gibi virüslerde böyle bir sınıflandırma yapılmıyor.
Virüsler cansız değildir ama aslında canlı da değildir.
Virüsler için şöyle diyoruz: Cansız ve canlılar arasındaki geçiş formlarıdır.
Bazen canlılık özelliği gösterebilirler.
Ama bazen de tamamen cansızlara benzerler.
Bunları zaten konuşacağız.
Bu arada ilk keşfedilen virüs, tütün mozaik virüsüdür.
Bu virüs tütün yaprağında hastalık yapar.
Virüs, kelime anlamı olarak zehir ve yapışkan sıvı demektir.
Virüsler çok çok küçük oldukları için ışık mikroskobuyla görülemez.
Elektron mikroskobunun keşfedilmesiyle birlikte ilk olarak 1930 yılında görüntülenmiştir.
Normalde bir hücrede neler bulunduğunu hatırlayalım.
Mesela hücre zarı, sitoplazma, organeller, çekirdek...
Evet, bunlar normalde bir hücrenin içerisinde bulunuyordu.
Ancak virüslerde hücresel yapı gözlenmez.
Yani sitoplazma, organel, çekirdek gibi yapıları bulunmaz.
Acaba ribozomu var mı diye düşünmüş olabilirsiniz, ama ribozomu da yoktur.
Virüslerin enzim sistemleri de bulunmaz.
En belirgin canlılık faaliyetlerinden olan protein ve ATP sentezini de yapamazlar.
Bakterilerle mücadelede antibiyotikleri kullanırız.
Antibiyotikler bakterilerin enzim sistemini bozar ve böylece ölmelerine sebep olur.
Ancak virüslerle mücadelede antibiyotikler kullanılamaz.
Çünkü biraz önce de söylediğim gibi virüslerde enzim sistemi bulunmuyor.
Buraya kadar anlattıklarıma göre virüslerin kendi başına herhangi bir canlılık faaliyeti sergileyemeyeceğini söyleyebiliriz.
Bu şekilde doğada yıllarca inaktif olarak, yani kristal bir halde kalırlar.
Virüsler ancak canlı bir hücrenin içine girdiğinde metabolik aktivite kazanır.
Virüslere bu nedenle zorunlu hücre içi parazittir diyoruz.
Hücrelerimizin bölünerek çoğaldığını biliyorsunuzdur.
Virüslerde bölünerek çoğalma gibi bir durum da gerçekleşmez.
Virüslerin çoğalmaları, üremeleri farklı bir şekilde olur.
Virüsler pH, radyasyon, sıcaklık değişimlerinden ve kimyasal maddelerden çabuk etkilenir.
Bu nedenle kolay bir şekilde mutasyona uğrarlar.
Mutasyonla virüslerin genetik yapıları değişebilir ve yeni virüslere dönüşebilirler.
Yani aslında virüs form ve konak değiştirmiş olur.
Virüsle enfekte olan insan hücreleri, virüse karşı savunma sağlayan interferon denilen bir protein salgılar.
İnterferon, konak hücreleri koruyamaz.
Ancak oluşturulduğunda diğer hücreleri uyararak viral enfeksiyonlara karşı bir direncin ortaya çıkmasını sağlar.
Bu arada konak, virüslerin çoğalmak için gereksinim duyduğu organizmadır.
Virüsler hava, su, doğrudan temas, vücut sıvıları ve diğer canlılar yoluyla bulaşıp hastalıklara yol açar.
Bu hastalıklara virütik hastalıklar adı verilir.
Bu hastalıklara karşı bağışıklık sağlamak amacıyla aşı, koruyucu ve tedavi edici olarak da serumlar kullanılır.
Virüsler konak hücrelere özgüdürler.
Örneğin hepatit virüsü karaciğer, kuduz ve çocuk felci virüsü sinir, su çiçeği ve uçuk virüsü deri, HIV akyuvar hücrelerini enfekte eder.
HIV virüsü, AIDS hastalığına yol açar.
Şimdi bir virüsün genel yapısına bakalım.
Bütün virüsler kalıtım maddesi olarak ya sadece DNA ya da sadece RNA içerir.
Yani bizim hücrelerimizde olduğu gibi hem DNA'yı hem de RNA'yı birlikte bulundurmazlar.
Kalıtım materyaline genom adı da verilir.
DNA veya RNA kapsit adı verilen protein bir kapsül ile sarılıdır.
Bu kapsül çubuk, helix, küre veya küp şeklinde olabilir.
Kapsülün temel görevi kalıtım maddesini muhafaza etmektir.
Kapsül ayrıca konakçı hücreye tutunmak için özel proteinler de içerir.
Bazı virüslerde bu kapsülün dışında yağ ve protein molekülünden oluşan bir zarf vardır.
Virüsler sahip olduğu nükleik asit bakımından büyük çeşitlilik gösterir.
Örneğin bazı virüslerin DNA'sı çift iplikten oluşurken bazılarınınki tek iplikten oluşmuştur.
Yine DNA bazı virüslerde doğrusal, bazılarında halkasal yapıdadır.
Pek çok virüs RNA içerir.
Mesela koronavirüsün kalıtım materyali RNA'dır.
RNA normalde tek ipliklidir ama bazı virüslerin RNA'sı çift iplikli de olabilir.
Bitki virüslerinde nükleik asit olarak RNA bulunur.
Hayvan virüslerinin bazılarında RNA, bazılarında ise DNA vardır.
Bakterilerde çoğalan virüslere bakteriyofaj adı verilir.
O zaman şimdi de bakteriyofajı inceleyelim.
Genomu DNA'dır.
Baş, boyun ve kuyruk kısımlarından oluşur.
Burada da protein kılıfı yani kapsülü bulunuyor.
Bunun dışında zar yok.
Böyle virüsler için nükleoprotein yapılıdır diyebiliriz.
Hatta ribozom organeli ve kromozomlar da nükleoprotein yapılıdır.
Yapısında sadece nükleik asit ve protein bulunduran maddelere nükleoprotein denir.
Şimdi de bakteriyofajın üremesini konuşalım.
Burada pembe ile çizdiğim bakteri ve bu da bakterinin DNA'sı.
İlk olarak faj, bakteriye tutunur.
Bakterinin hücre duvarını ve zarını deler.
Sonra da faj, DNA'sını hücrenin içine şırınga eder.
Hatırlarsanız virüslerde aslında neredeyse hiçbir şey bulunmuyordu.
İşte virüsler konak hücrenin enzim ve enerji sistemleri ile hammadde kaynaklarını kullanarak kendilerini hızlı bir şekilde çoğaltır.
Önce bakteri DNA'sı parçalanır.
Bakterinin DNA'sı parçalandığında açığa nükleotitler çıkar.
Virüs bu nükleotitleri kullanır, kendisine DNA sentezler.
Ayrıca bakterinin ürettiği ATP'yi de tüketir.
Kendisine protein kılıf da sentezler.
Bunu da yine bakterinin ribozomunda yapar.
Sonra da tabii ki bunları birleştirir.
Konakçı hücre içinde çok sayıda yeni virüs oluşur.
Son aşamada oluşan virüsler hücreyi parçalar ve parçalanmadan sonra da hücrenin dışına çıkar.
Artık bu bakteri de ölmüş olur.
Buradaki parçalanmaya liziz adı da verilir.
Hatta bu döngüye de litik döngü diyoruz.
Bir de lizogenik döngü vardır.
Bu döngüde virüs DNA'sı ile bakteri DNA'sı birleşir.
Bakteri DNA'sı eşlendikçe virüs DNA'sı da eşlenir.
Yani litik döngünün tersine, lizogenik döngüde virüs konakçıya zarar vermeden çoğalır.
Ancak daha sonra litik döngüye geçiş yapabilir.
Bu arada virüsler konak hücresini, konak hücrenin zarında bulunan protein, karbonhidrat veya yağ yapıdaki hedefleri tanıyarak bulur.
Ve bu hedefleri üzerinde bulundurmayan hücrelere saldırmaz.
Yani her hücre türü her virüse karşı duyarlı değildir.