Hayalindeki netler. İhtiyacın olan her şey. Tek platform.

Soru çözüm, yayın seti, birebir rehberlik, canlı dersler ve daha fazlası Kunduz’da. Şimdi al, netlerini artırmaya başla.

Soru:

16. Aşağıdaki hikayelerin hangisinde "olay" unsuru hakkında bilgi sahibi olunamaz? A) C) D) Sitare ertesi sabah hasta uyandı. Gö

16. Aşağıdaki hikayelerin hangisinde "olay" unsuru hakkında bilgi sahibi olunamaz?
A)
C)
D)
Sitare ertesi sabah hasta uyandı. Gözleri kırmızı, sesi kısıktı. Kesik kesik öksürüyordu. Akşama doğru
ateş büsbütün-artti ve genç kız sayıklamaya başladı. Öğretmen

16. Aşağıdaki hikayelerin hangisinde "olay" unsuru hakkında bilgi sahibi olunamaz? A) C) D) Sitare ertesi sabah hasta uyandı. Gözleri kırmızı, sesi kısıktı. Kesik kesik öksürüyordu. Akşama doğru ateş büsbütün-artti ve genç kız sayıklamaya başladı. Öğretmen şiddetli bir zatürre geçirdi. Onu, kom- şularından bir emekli askeri doktor tedavi ediyordu. Hastalığın on üçüncü günü doktor konsültasyona ihtiyaç gördü. Fakülte hocalarından eski bir arkadaşını getirdi. Uzun bir muayeneden sonra Meveddet Hanım'a biraz tereddütlü bir lisanla, "Şimdilik geçmiş olsun, hanımefendi," dediler. "Fakat ciğerler biraz zayıf... Hastanın bir zaman istirahata, hatta küçük bir hava değişikliğine ihtiyacı var... Merak etmeyin... Pek önemli bir şey değil... Herhalde bir zaman mektebe gitmemeli." Barhan Bey, pek çok düşünen, hiç faka basmayan, akıllı cesurlardandı. Küçük, siyah gözleri daima karanlık bir inin derinliklerinden bakar gibi parlardı. Ne asildi, ne de kul.. Şehzâde Beyazıd'ın bütün Anadolu'yu hayrette birakan meşhur pehlivanı kahraman Kuduz Ferhad'ın üvey kardeşiydi. Lakin ona hiç benzemezdi. Barhan Bey'in kısa vücudu, yuvarlak omuzları üstünde, hatta biraz sakil görünen kocaman bir başı vardı. Ağırlığından daima bir tarafa eğilmiş gibi duran bu başın içinde sönmez ateş, sönmez bir zekâ alevi tutuşuyordu. Yavaş yavaş anlatmaya başladı. Babası Selanik'te hastalanmış, Istanbul'a geldiklerinin ayında ölmüş- tü. Annesiyle Üsküdar'da bir oda tutup, başlarını sokunca yine hastalık peşlerini bırakmamıştı. Annesi de zatürreden ölmüştü. Naciye yalnız kalınca ev sahipleri olan dul kadın, haline acımış, ona çarşıya gidip bekår odalarından bir kocacık buluvermişti. İşte dört senedir onunla yaşıyordu, bu adamcağız iyiydi fakat çok fakirdi. Muharebeden evvel bir mecidiye gündelikle yapılarda çalışıyordu. Asker olunca Naciye'ye otuz kuruş maaş bağlanmıştı. Eve izinli geldiği akşamları, bazı karavana çorbası da getiri- yordu. Durmuş'un bir anasından başka kimsesi yoktu. Fakirdi. Ama gençti, kuvvetli idi. Öküzünün biri ölünce tarlasını süremedi. Para kazanmak, tekrar çiftini düzebilmek için gurbete gitmeye karar verdi. Gurbet, Istanbul demektir. Köyde kim çaresiz kalırsa, kimin işi bozulursa, Istanbul yolunu tutar. Durmuş da torbasını omuzladı. Çarıklarını sıktı, eline bir değnek aldı, gurbetçilerin arasına katıldı. Dere tepe aştı. Nihayet İstanbul'a geldi. İki gün hemşehrilerinin kahvesinde pinekledi. Ne iş tutacağını bilmiyordu. Bir sanatı yoktu. 18.