"Artık yoklar. Uzaklara gittiler..." Kastettiğim elbette Fred Thompson ve diğer dostla- rimdi. Fakat Glória içimde gerçekleşen d
"Artık yoklar. Uzaklara gittiler..." Kastettiğim elbette Fred Thompson ve diğer dostla- rimdi. Fakat Glória içimde gerçekleşen dönüşümden ha- bersizdi. Aldığım kararı bilmiyordu. Film değiştirme vaktim gelmişti. Kovboy Kızılderili filmleri artık rafa kalkmıştı. Bundan böyle sadece aşk filmleri izleyecek- tim, büyüklerin verdiği ad buydu. Bir sürü öpüşme ve sarılma içeren, herkesin birbirini sevdiği filmler. Ma- dem dayak yemekten başka işe yaramıyordum, en azın- dan filmlerde başkalarının sevgiyle kaynaştığını izleye- bilirdim. Nihayet okula dönme günüm geldi çattı. Gittim, ama okula değil. Portuga'nın bir hafta boyunca "araba- mız"la beni boşuna beklemiş olduğunu ve benden haber almadan yeniden beklemeye başlamayacağını biliyor- dum. Yokluğum onu kaygılandırmış olmalıydı. Hasta ol- duğumu bilse de kapıma gelmezdi. Söz vermiştik, sırrı- mızı ölene dek saklayacağımıza ant içmiştik. Dostluğu- muzu Tanrı'dan başka kimse bilmemeliydi. Güzelim arabasını tatlıcının orada gördüm, istasyo- nun karşısına park etmişti. Öyle sevindim ki günüme güneş doğdu. Özlemimin dizginlerini kavrayan yüreğim ileri atıldı. Sahiden de dostuma kavuşacaktım. Tam o anda istasyonun girişinde nefis bir tren düdü- ğünün çınladığını duydum ve içimi bir ürperme aldı. Mangaratiba'ydı bu. Hırçın, kibirli, bütün rayların efen- disi. Bütün cilvesiyle, vagonlarını tangırdatarak uçarcası- na geçti. Küçük pencerelerindeki insanlar dışarıyı izli- yorlardı. Bütün yolcuları mutluydu. Çocukken Mangara- tiba'nın geçişini izlemeye ve el sallamaya bayılırdım, geç geç bitmezdi. Tren rayların ucunda gözden kaybolana dek el sallardım. Artık Luís de benzer bir dönemden geçmekteydi.