ayı Di- -k- ek m e- i- T- r. 2- köye vardıktan sonra tepeye çıkayım, gölgelerinde oturup yapraklarının hışırtısını doya doya din
ayı Di- -k- ek m e- i- T- r. 2- köye vardıktan sonra tepeye çıkayım, gölgelerinde oturup yapraklarının hışırtısını doya doya dinleyeyim," diye onla- ri seyretmeye can atardım. Köyümüzde ağaçların her türlüsü vardır; gelgelelim bu kavaklar hepsinden ayrı bir dil konuşur, hepsinden ayrı tür- küler söylerler. Buraya geceleyin de gelseniz, gündüzleyin de; bir o yana, bir bu yana sallanan kavakların yaprakları durmadan hışırdar, değişik makamlarda fısıldaşırlar. Bazen kumlara vuran bir dalganın hafif hafif şırıldadığını duyarsı- nız, bazen ateşli bir aşk fısıltısının görünmeyen bir alev gibi yaprakları sardığını. Derken, bütün sesler kesilir bir an ve yaprakların hepsi birden coşarak özlemini çektikleri bir şey için ta derinden bir ah çekerler. Kötü havalarda yapraklarını döken, dallarını kıran fırtınaya karşı esneyerek karşı koyan kavaklar azgın bir yangının çıkardığı uğultuyla uğuldarlar. Ancak aradan uzun yıllar geçtikten sonra çözdüm ikiz kavakların gizini. Orada, tepede, bütün rüzgârlara açık durduklarından en ufak hava kımıltısına karşılık veriyor- lar; yaprakları hafif bir esintiyi bile yakalıyorlardı. Bu yalın gerçeğin ortaya çıkarılması beni en ufak düş kırıklığına uğratmadı, çocuksu düş gücümü birazcık olsun zedelemedi. Şu güne değin bu iki kavak benim için ola- ğanüstü canlılıklarını korudular. Çünkü burada, bu ka- vakların dibinde, büyüleyici yeşil bir cam kırığı gibi kaldı çocukluğum... Çocukken, okulun son günü, yaz tatilimiz başlamadan önce, kavaklara kuş yuvası bozmaya koşardık. Biz gülüşe- rek, çığlıklar atarak tepeye tırmanırken iki yana sallanan ka- vaklar serin gölgesiyle, tatlı hışırtılarıyla sanki bizlere "Hoş geldiniz!" derlerdi. Biz baldırı çıplak yaramazların derdi