Hayalindeki netler. İhtiyacın olan her şey. Tek platform.

Soru çözüm, yayın seti, birebir rehberlik, canlı dersler ve daha fazlası Kunduz’da. Şimdi al, netlerini artırmaya başla.

Soru:

Cmilli bir hayali daha son bulur: hasini soğuk demire dayadı, gözlerini kapadı. gan arkadaşı Hüseyin Nazmi yi ziyarete gider. Bi

Cmilli bir hayali daha son bulur:
hasini soğuk demire dayadı, gözlerini kapadı.
gan arkadaşı Hüseyin Nazmi yi ziyarete gider. Bir aya kadar memleketten ayrılacak olan Hüseyin
Mami, sevinecegini sancirak Ahmet Cemil'e başka bir haber daha verir. Lamia'yı ev

Cmilli bir hayali daha son bulur: hasini soğuk demire dayadı, gözlerini kapadı. gan arkadaşı Hüseyin Nazmi yi ziyarete gider. Bir aya kadar memleketten ayrılacak olan Hüseyin Mami, sevinecegini sancirak Ahmet Cemil'e başka bir haber daha verir. Lamia'yı evlendiriyorlardır. the Cemil çok üzülür. Lamia'nın zorla evlendirildiğini düşünür. Ama Lamia oldukça mutludur. Ahmet Bu önce boğuk, kısık bir inilti gibi başladı. Karyolasının ucunu tuttu. Başini, ateşler içinde yanan Şimdi bütün yasları hep birden uyanmıştı. Bunlar birbirine karışıyor, babasını, Ikbal'i, Lamia'yı kafa- sinin içinde bir şimşek yinelenmesiyle birbirini izleyen tablolar gibi, bir zincirleme dizi halinde görüyordu. Babasının ölümünden sonra geçen beş yıllık -ancak beş yıllık-zaman içinde hayatın ne acımasız sillelerine uğramıştı. Daha hayatının başlangıcında iken, bundan sonra kırılmış emellerie, sönmüş hul- yalarla, unutulmaz yaslarla geleceğin önüne çıkacak: yaşayacağı yıllar... Kimbilir yirmi yıl, belki kırk yıl. Artık gücü kalmamıştı. O yaşamaktan pay almaya- cak, umutsuz yılların kuru geçişi içinde kırık bir hayatı sürüklemek onun için ne büyük bir işkenceydi." "Nasil yaşayacağım?” diyordu. O zaman gene babasının, İkbal'in, Lamia'nın yüzleri birer birer, kimi zaman melalli bir anlamla yavaş yavaş, kimi zaman ondan kaçmak isteyerek, uçup silinerek da- şüncelerinin içinden geçiyorlardı. Şimdi ağlıyordu. Sessiz ve yavaş yaşlarla, güçsüzlüğün ve umutsuzluğun bezginliği ve yılgınlığıy- la akan sıcak ve iri damlalarla ağlıyordu. Niçin bu kadar hayallerinin esiri olmuştu? Hayatın biraz da gerçekçi yönlerini düşünmüş, bu toprak parçasının üstünde bir şiir bulutuna san- narak uçmak için çalışmamış olsaydı, bugün bu kadar yenik düşmüş olmayacaktı. En küçük sebepleri en büyük düşlemelere yeterli saymış, kendisine asılsız temeller üzerine kurul- muş bir hayat meydana getirmişti. İşte şimdi gerçeğin acımasız rüzgârları üzerinden geçtikçe, o dūşle- meleri hep birer birer düşürmüş, onu şuracıkta en küçük bir yaşamak isteğinden (bile) tam bir yoksunluk içinde bırakmıştı. O zaman eserini düşündü. Ah, bu eseri! Ama şimdi ona ne gerek var? O artık ölmüş bir çocuğun boş ve soğuk gömleğinden başka bir şey miydi? Yazı masasına gitti; o defteri -bir zamanlar eline aldıkça göğsünü özbenlik övüncü ile şişiren o def- teri- bugün bir ölü ani armağanı gibi soğuk bir duyguyla aldı. Aramaksızın hemen (rastgele) bir yerinden açarak bakte; Okumadı, okumak için bir istek duymadı. Şimdi ondan bir soğukluk, ter gibi dışan sızarak, kendi vücudunu üşütüyordu. Ah, bu eser!.. Bir vakitler bunun için neler kurmuş, ondan neler beklemişti? Önce kardeşi, sonra Lamia.. Geriye ne kalmıştır? Genç adam, bütün ömrünü koyduğu şiirlerini bir an bile duraksamadan ocağa atıp yakar. Tüm bu olaylardan sonra Ahmet Cemil; būtin umutlarını, hülyalarını geride bırakarak annesiyle birlikte İstanbul'u terk eder. Şimdi Ahmet Cemil'in gözleri bulanıyordu. Bütün denizi, gökyüzünü bu bulanıklık içinde karis- tırdı; artık görmeyerek bakıyordu. Biraz sonra ayaklarının altında gizli bir hışıltıyla, gecelerin sırlarını taşımaya hazırlanan suların üzerine geniş, uzun bir gölge düştü. Ovakit vapurun kenarına, tahta kanepenin üzerine oturdu. Dirseğini dayadı, başını avcunun içine koydu; akşamın serin bir rüzgârıyla saçları uçuşarak gözlerinin önünde hazırlanan geceye bakmaya başladı... Bu, siyah bir geceydi ... Öyle bir gece ki, gökler bütün kandillerini söndürerek denizlere bilinmez. likler dünyasının gizli şeylerini dökmek için hazırlanmış gibiydi. Yalnız ilerde, direklerle bacanın birer Serseri biçiminde yürüyen gölgelerine karanlıklar içinde yol göstericilik eden vapurun kırmızı lambası, bu siyahlıklar arasında açılmış uzak bir kırmızı göz gibi parlıyordu. Bu siyahlıklar.. Birden bu siyah gecenin karşısında aklına bir başka gecenin anısı geldi: Ta hulya hayatının bas- langıcında, umutlarının parıl parıl parlamakta olduğu zamanda, Tepebaşı Bahçesi'nde Haliç'e bakarak seyrettiği mavi gece ile baran-1 elmas'ı (elmas yağmuru) anımsadı.