D. Baba-kız bu kısa fakat pek içten dua ve çok hazin bayram öpüşlerinden sonra taşın derin sessizlik ve yaslı esrarı önünde bir süre sanki o üzüntülerine karşılık beklediler. Mermer söylemiyor, mezar
D. Baba-kız bu kısa fakat pek içten dua ve çok hazin bayram öpüşlerinden sonra taşın derin sessizlik ve yaslı esrarı önünde bir süre sanki o üzüntülerine karşılık beklediler. Mermer söylemiyor, mezar sır vermiyordu. Baba, bütün hayatın akıp geldi- ģi bu içi kara kavşağa, hiçliğe karışan bu amaca daldı. Ama bu duymaz, ses vermez katı taşların altında şefkatli, yumuşak bir ana kalbi uyuduğuna inanan yavrucağız, küçük aklının sade ve saf sorularıyla onu uyandırmaya uğraşıyordu. Aşağıdakilerden hangisi ile bu parçanın bakış açısı eşleştirilebilir? A) Fırtına akşama doğru koptu. Hava birden soğuyuverdi. Üşüyorduk. Yaz ortalarında bağın içindeki zeytin ağaçlarınır kurularını ayıklamıştık. Çıkan yarmalar hâlâ ağaçların diplerinde duruyordu. Kardeşlerimle kucak kucak içeriye taşıdık B) Tepedeki kızgin güneş, gölgesini ayaklarının dibine, koyu bir yuvarlak olarak düşürüyor, bastıkça ayakları bileklerine kadar yolun kızgın tozları içine gömülüyordu. Üstü başı toz içinde kalmış, boynundan yüzünden silinen terler tozla karışıp çamur olmuştu. Başına bağladığı mendilin bir ucunu dişleri arasına almış çiğniyor, eliyle de iki yanına işaretle yapıyor, kendi kendine konuşuyordu. C) Öğleye doğru, güneş tepemize doğru yükselip de güverteyi iyiden iyiye isıtmaya başladı mı, Ohannes'le sırtımız taze kumanya ambarına yaslayıp bir branda bezinin üzerine oturuyoruz. Arkamızdaki kumanya ambarının açık kalmı ağzından fırlamış pırasaların, havuçların, kerevizlerin kokusu geliyor. D) Yan masada ihtiyar bir karı koca ile bir oğlan çocuğu oturuyorlar. Doğru dürüst kesilmemiş ekmekten büyük parçala kopararak yemekten küçük kaşıklar alarak yiyorlar. Sık sık dışarıya bakıyorlar. İşçiler peronu temizliyorlar. Ellerind süpürgeler, bezler, uzun saplı fırçalar, renk renk kovalar.. El arabaları sürülüyor oradan oraya. E) Gün, siyahlanmadan varmak istiyordu. İstedikçe düşüyor, düştükçe kalkamadan bekliyordu bir süre. Saatlerden be geliyordu ötelere doğru. Bir tek kuş bile görmemişti. Önceleri üzülmüş, bozkırın alabildiğine uzanan boşluğunda dah bir yalnız olduğunu anlamıştı. Şimdi, şurada, göğe bakarken kuşların buralara neden gelmediğini anlıyordu.