demezdi. Doğru demişler: "Kendisini saydırmasını bilmeyeni saymazlar." O kendini saydırmasını bilmiyordu. Hayatta bilmediği şey
demezdi. Doğru demişler: "Kendisini saydırmasını bilmeyeni saymazlar." O kendini saydırmasını bilmiyordu. Hayatta bilmediği şey yoktu onun: Dülgerlik, saraçlık yapar, samanları çok güzel yığardı. Gençliğinde kolhozda öyle tayalar (saman yığınları) yapardı ki kış gelince onu açmaya kıyamazlardı. Yağmur yağınca sular yığının üze- rinden kaz sırtından kayıp süzülür gibi akardı. Kar ise sanki evlerin damını örter gibi örterdi yığınları. Savaşta 'Emek Taburu'nda görev almış, Magnitogorsk fabrikası- nın duvarlarını örmüş, Stakhanov gibi adını duyurmuştu. Askerliğini bitirip gelince orman bölgesinde ev yaptı, or- mancılık yapmaya başladı. Her ne kadar yardımcı işçi ise de, tomrukların taşınması işiyle o uğraşır, damadı olacak Orozkul ise kendisini sık sık davet ettirerek ziyafetlerde gönül eğlendirirdi. Ama üstleri denetim için gelince, on- ları Orozkul gezdirir, ormanı o gösterir, av partileri dü- zenlerdi onlara. O zaman patron o olurdu. Hayvanlara da, arılara da Mümin bakardı. Bütün hayatı sabahtan akşama kadar çalışmakla, türlü sıkıntılar içinde geçmişti ama ken- dini saydırmasını öğrenememişti bir türlü. Üstelik Mümin'in dış görünüşü saygıdeğer bir aksaka- la da hiç benzemiyordu. Ne saygınlığı ne ağırbaşlılığı ne de sertliği vardı. İyi yürekli bir insandı ve böyle olduğunu ama değerinin bilinmediğini yüzüne bakar bakmaz anlar dınız. Tâ eski çağlardan beri böylelerine şu öğüdü verirle "İyi olma, kötü ol! Dişlerini göster! Bak sana bu da azdım Kötü ol, kötü!" Ama onun talihsizliği idi bu. Hep iyi olara kalırdı. Buruşuk yüzünde gülümseme hiç eksik olmaz v bakışı ile sanki "Ne istiyorsun? Ne istiyorsan söyle, seni için her şeyi yaparım, canın ne istiyorsa söyle bana" derd