Diye cevap verdi. Hacı Efendi: - Sus bağırma... Allah müstahakını versin. Herif işitecek... Diyerek aşağı indi... Gelen adam, yu
Diye cevap verdi. Hacı Efendi: - Sus bağırma... Allah müstahakını versin. Herif işitecek... Diyerek aşağı indi... Gelen adam, yumuk yüzlü, şaşı gözlü, ince seyrek sakallı, kuru paytak bir softa idi. Arkasında sarı bir la- ta, omuzunda bir heybe vardı. Hayrola molla; kimi arıyorsun?.. Hoca, cevap vermedi. Sade mahcup bir tavırla Hacı Ali Efendinin elini alıp iki kere öptü, başına koydu. Molla, sen kimsin? Ben, seni tanımadım... Hoca, mahcubane sırıtarak: - Evlâd-ı maneviniz, mahdumunuz makamında Hafiz İlyas dàileri... Hacı Ali Efendi, başını kaşıyor, böyle bir manevi oğlu olduğunu bir türlü hatırlamıyordu. Hoca, mahcu- biyetinden parmaklarını sırarak anlatmaya çalışıyordu: Hani, Muğla'da, hacı hafiz Yunus dâiniz vardı... Hani geçen yıl, merhum olmuştu!... Muğlalı hacı hafızı hatırlıyorum... Mübarek bir adamdı. Amma öleli, hemen hemen, beş altı sene var... Belki de daha ziyade... - Hani belki de öyledir... Geçmiş gün, aklımda kal- maz ki... Hani dáileri, şöyle takriben, dedim, binaena- lâzâlik, efendim, benim velinimetimdir. Hacı Ali Efendi, kalın kaşlarını kaldırarak: Ben, bu kaziyeden bir şey anlıyamadım, hafiz merhum olmuş diye ben, niçin senin babalığın oluyo- rum? Hani, fakir onun mahdumu hafız İlyas'ım da... Ali Efendinin çehresi, birdenbire açıldı, sevinçle: - Ha şu cihetten... Oğlum İlyas, diye merhum dai- ma bahsederdi... İlyas Efendi sensin ha!.. Memnun ol- dum. Ey, gel bakalım, içeri gir hafız... 6 w 5