Hayalindeki netler. İhtiyacın olan her şey. Tek platform.

Soru çözüm, yayın seti, birebir rehberlik, canlı dersler ve daha fazlası Kunduz’da. Şimdi al, netlerini artırmaya başla.

Soru:

Her taraf, yıkanmış gibi parlak ve aydınlıktı. Gökyüzünü kaplayan ve güneşi örten bulutlar karşıdaki dağların tepelerine kadar u

Her taraf, yıkanmış gibi parlak ve aydınlıktı. Gökyüzünü
kaplayan ve güneşi örten bulutlar karşıdaki dağların tepelerine
kadar uzanıp orada sis halinde yerleşiyor ve ovanın üzerinde
gitgide yükseliyordu. Güneş olmadığı halde ortalık o kadar ay-
dinlik ve t

Her taraf, yıkanmış gibi parlak ve aydınlıktı. Gökyüzünü kaplayan ve güneşi örten bulutlar karşıdaki dağların tepelerine kadar uzanıp orada sis halinde yerleşiyor ve ovanın üzerinde gitgide yükseliyordu. Güneş olmadığı halde ortalık o kadar ay- dinlik ve temizdi ki, Salâhattin Bey, karşı dağların sislere yakın yerlerindeki köyleri bile seçiyordu. Başını sağ tarafina çevirince denizi gördü. On kilometre kadar uzanan ağaçlı ve bahçeli bir araziden sonra başlayan bu deniz, bulutların arasından yer yer firlayan güneşin altında kâh parlıyor, kâh kararıyordu. Çok uzaklarda, ufka yakın bir yerde, tamamen sislere gömülü Midilli adası vardı. Herhalde şimdi oraya yağmur yağıyordu. Salahattin Bey başının dönmeye başladığını farketti. Bu kadar geniş, güzel ve sıcak bir tabiatın ortasında kendini şaşırmış gibiydi. Fakat gözlerini tekrar etrafta dolaştırırken, aşağıda mor bir duman tabakasıyla örtülmeye başlayan kasabayı gördü ve irkildi. Oraya, o küçük ve çukur yere gidip gömülmek mecburiyeti ona pek acı geldi. Fakat bunun üzerinde düşünmekten korkarak, çabuk adımlarla derhal aşağı inmeye başladı. Içinde biraz evvelki genişlikten eser kalmamıştı. Sadece bir yorgunluk ve başında bir zonklama duyuyordu. Kasabaya yaklaşınca birkaç sığırtmaca rastladı. Önlerine kattıkları beş on sıska öküzü bağıra çağıra bir araya toplamak istiyorlardı. Çamurlu yolda insanın burnuna rutubetli ve ekşi bir gübre kokusu vuruyor ve oralardaki birkaç basık evin bacasından etrafa reçineli çam odunlarının dumanı yayılıyordu. Daha çok karanlığa kalmamak için çamurlu yollarda hızlı hızlı yürüdü. Hava kapalı ve nemli olduğu halde soğuk değildi. Pardesüsünün içinde adamakıllı terliyor ve vücudunu bir ateş kaplıyordu. Eve gelir gelmez soyundu, sırtına bir hırka alarak tulumbada yıkandı. Sonra odasına çıkıp yatağına uzandı. Yarım saat sonra kendisini yemeğe kaldırdılar. Alt katta, sokak üstündeki bir odada kurulan yer sofrasına, karısı ve kızı ile birlikte oturdu. Bir şey söylemiş olmak için: "Yusuf gene yok mu?" diye sordu. 108 Şahinde, hiçbir fena maksadı olmadan, yalnız hep o dilini alıştırdığı ifade tarzı ile, cevap verdi: "Ne zaman vardı ki?" Kaymakam sorduğuna pişman olup sustu. Muazzez önüne bakarak: "Yusuf Ağabeyim son günlerde eve uğramaz oldu. Bilmem nesi var?.. Siz de kendisiyle hiç konuşmuyorsunuz..." dedi. Kaymakam omuzlarını silkti. Artık bu dünyada hiçbir şeyin kendisini fazla alakadar etmediğini anlatmak istiyordu. Kenarda, sofra bezinin üstünde duran çinko hoşaf tasını alıp ortaya koydu. Üçü birden içmeye başladılar. Loş odada demir kaşıkların kâseye dokundukça çıkardığı hafif şıkırtıdan başka ses yoktu. Yemek böylece bitti. Bir kenara çekilen Kaymakam, Muazzez'e: "Şuradan bana bir kitap ver!" dedi Muazzez içinde kahve takımı ile çamaşır mandalı torbasının da bulunduğu bir dolabı açarak orta gözde üstüste yığılı duran kitaplardan en kalınını çekti ve babasına götürdü. Salahattin Bey, yaslandığı duvarda, başının üstündeki bir çi- vide asılı duran lambanın ışığı altında eski ve sararmış sayfalara göz gezdirmeye başladı. Bazı yapraklan kopup fersudeleşen ve kaim siyah cildinden tamamen ayrılmış bulunan bu kitap, Ser-vet-i Fünun mecmuasının eski senelere ait bir koleksiyonuydu. Kaymakam, sayfaları birbiri arkasına çevirirken, bu mec- muanın yazılarını içer gibi okudu. Ve şimşir üzerine oyulmuş "çeşmeye giden kız" tasvirlerinin altındaki şiirleri ezberlediği zamanları hatırladı. Yarım saat sonra odasına çekildi. Şahinde ile Muazzez de erkenden yattılar... Gece yarısına doğru Şahinde yanı başındaki yatakta boğuk öksürükler duyarak uyandı: "Ne oluyorsun, bey!.." Bir inilti cevap verdi ve Şahinde sofradan idareyi almaya giderken kocası boğuk bir sesle: "Kolonya şişesini de getir!" dedi. Kadın ayaklarına terliklerini zor geçirip dışarı firladı. Mer- diven başından idareyi alıp paldır küldür aşağı indi. Sokak üs- 109