Hikaye 2. Metin Enk ta- SON KUŞLAR Kiş. Ada'nın bir tarafında yerleşebilmek için rüzgarlarını poyraz, yıldız poyraz. maestro, di
Hikaye 2. Metin Enk ta- SON KUŞLAR Kiş. Ada'nın bir tarafında yerleşebilmek için rüzgarlarını poyraz, yıldız poyraz. maestro, diramudana, gündoğusu, batı karayel, karayel halinde seferber etti zaman öteki yakada yaz, daha polisini pirtisini toplamamı, bir kenara oldukça mahzun bir göçmen gibi oturmuştur. Gitmekle gitmemek arasında sallanır bir halde, elinde bir pasaport, cikinında üç beş altın, bekleyen bu güzel yüzlü góc men tazeyi benden başka bu Ada'da seven hemen hiç kimse yoktur, diyebilirim -Ovünmek için değil.. Herkesin yeni başlayacak olan altı yedi aylik soguk hayata kendini şimdiden alıştırmak ve hazırlamak için bir seyler yapmaya çalıştığı öyle günlerde ben, tembelliğim, hep kaçani kovalayan buyumla yazın, o güzel göçmenin peşine düşmüşümdür. Nerede yakalarsam orada kucak- fanm onu kimi bir camin gölgesinde durgun ve güneşsizdir. Kimi bir çalılığın kenarındaki çimenlikte bütün eski ihtişamıyla daha yeni başlamıştır. Yazın daha parça parça, lime lime, bohça bohça eşyalarıyla gitmek için fazla telaş etmediği Ada'nın bu yakasında, hiç ev yoktur. Yalnız bir tek kir kahvesi vardır. Bir küçük koyun hemen bes on metre yukarısında, bir apartman terası kadar ufak bu kir kahve sinin tahta masalan üstünde håld karıncalar gezer, hála sinekler kahve fincanının etrafına konarlar, Bütün sesler kesilmiştir. Kimi gökyüzünden bir uçak homurtusu gelir Içindeki, şimdi Yeşilköy'e inecek yolcuları düşündüğüm, yalnız bu yazıyı yazarken oldu. Ondan evvel de uçaklar geçmişti. Ama hiç içindeki yolcuların Yeşilköy'e neredeyse ineceklerini daha daha şu iki satirin sonunda inmiş bile ol- duklarını düşünmemiştim, Kahvecinin kendisi sevimsiz bir adamdir Kahveciden çok ters bir devlet memuru hüviyeti taşır. Hastalıklı olmasa, doktorlar fazla yorulmamasını salık vermemiş olsalar, dünyada kahveci olmazdı. Tersine, ben bütün ömrümce iyi bir kahve bulamadığım için kahveci olamamışımdır. Bir kır kahvesi, bir köyün kahvesinin üç beş gediklisi... Bundan güzel bir ömür mü olur, elli altmiş senelik yaşama bundan güzel başlar ve biter mi? Ağaçtan ağaca serilmiş beyaz çamaşırlar bu kadar durgun, güneşsiz, islak bir şekilde ilk havada hiç kurumayacaklar. Bu kedi, tahta masanın üstüne çıkmış, köpeğime durmadan homurdanacak mı? Sandalyenin üstündeki vişneçürüğü rengindeki delik çoraplar... Asmanın yaprakları daha yemyeşil. Bizim bahçedeki kurudu bile. Deniz, Bozburun'a doğru başını almış gidiyor. Uzaklarda görünen, Istanbul'un neresi kim bilir? Sesler neden gelmiyor? Bir başka uçağın sesi gelmeye başladı. Bizim Ada, uçakların üstünden geçtikleri bir yol güzergahı olmalı ki, hep ya üstümden ya solumdan geçip gidiyorlar. Kedi sustu. Köpeğim gözünü kapadı. Karga sesleri geliyor şimdi de. Vaktiyle bu Ada'ya bu zamanda kuşlar uğrardı. Civil civil öterlerdi. Küme küme bir ağaçtan ötekine konarlardi. iki senedir gelmiyorlar. Belki geliyorlar da ben farkına varmiyorum. Sonbahara doğru birtakım insanların çoluk çocuk ellerinde bir kafes, Ada'nın tek tepesine doğru gittiklerini görürdüm. İçim ciz ederdi. Büyüklerin ellerinde birbirine yapışmış, pislik renginde acayip çomaklar vardu. Bunlarla bir yeşil meydanın kenarına varır, bunları bir ufacık ağacın altına çığırtkan kafesiyle bira- kirlar, ağacın her dalına ökseleri bağlarlardı. Hür kuşlar, kafesteki çığırtkan kuşun feryadına, dostluk,