Mai ve Siyah bu genç konuşmacıdan çıkan çekim gücüyle tabiattan yük- sek bir noktaya çekilmiş bir hâlde, hareket etmeyerek, gözl
Mai ve Siyah bu genç konuşmacıdan çıkan çekim gücüyle tabiattan yük- sek bir noktaya çekilmiş bir hâlde, hareket etmeyerek, gözle- ri dalarak, nefeslerini tutmak isteyerek bir vaizin karşısında heyecandan uyuşmuş duranlar gibi- dinliyorlardı: "Bilseniz, şiirin nasıl bir dile muhtaç olduğunu bilseniz! Öyle bir dil ki... Neye benzeteyim, bilmem?.. Konuşan bir ruh kadar açık olsun, bütün kederlerimizi, neşelerimizi, düşünce- lerimizi, kalbin o bin türlü inceliklerini, fikrin bin çeşit derinlik- lerini, heyecanları, öfkeleri anlatabilsin. Bir dil ki, bizimle beraber gurubun mahzun renklerine dalsın, düşünsün. Bir dil ki, ruhumuzla beraber bir yasın acısıyla ağlasın. Bir dil ki, sinirlerimizin heyecanına eşlik ederek çırpınsın... Hani ya bir kemanın telinde tutulamaz, anlaşılamaz, bir kural altına alı- namaz nağmeler olur ki ruhu titretir... Hani ya tan yeri ağar- madan evvel ufuklara hafif bir renk kaynaşmasıyla dağılmış sisler olur ki, üzerlerinde çizilemez, belirlenmez yankılar uçar; bakışlara öpücükler serper... Hani ya bazı gözler olur ki, sonsuz karanlıklarla dolu bir ufka açılmış kadar ölçülemez, nerede biteceğini bilmeye imkân olmayan derinlikler vardır, duyguları yutar... İşte bir dil istiyoruz ki, onda o nağmeler, o renkler, o derinlikler olsun. Fırtınalarla gürlesin, dalgalarla yuvarlansın, rüzgârlarla sarılsın; sonra veremli bir kızın yata- ğının kenarına düşsün, ağlasın. Bir çocuğun beşiğine eğilsin, gülsün, bir gencin ümitle parlayan bakışına saklansın. Bir dil.. Oh! Saçma söylüyorum zannedeceksiniz... Bir dil ki sanki tamamıyla bir insan olsun." Ahmet Cemil'in titreyen sesinde şakıyan katıksız ahenk, dehanın büyülü değneğine dokunmuş zannedilen çevresinde