Hayalindeki netler. İhtiyacın olan her şey. Tek platform.

Soru çözüm, yayın seti, birebir rehberlik, canlı dersler ve daha fazlası Kunduz’da. Şimdi al, netlerini artırmaya başla.

Soru:

millet gibi dağıldık. emiş- - Ce- çinde ciler, Ayşe umet katılmak ister: dan, var. nu- lar nin sa it- mi elli bin siyah çarşaflı

millet gibi dağıldık.
emiş-
- Ce-
çinde
ciler,
Ayşe
umet
katılmak ister:
dan,
var.
nu-
lar
nin
sa
it-
mi
elli bin siyah çarşaflının gözlerinde aynı şimşekler çakıyordu. Oradan ne kuvvetli, ne teselli bulmuş bir
Istanbul, Ingilizler tarafından işgal edilir.

millet gibi dağıldık. emiş- - Ce- çinde ciler, Ayşe umet katılmak ister: dan, var. nu- lar nin sa it- mi elli bin siyah çarşaflının gözlerinde aynı şimşekler çakıyordu. Oradan ne kuvvetli, ne teselli bulmuş bir Istanbul, Ingilizler tarafından işgal edilir. Üç arkadaş ve Ayşe, Kuvay-i Milliye ye katılmak ve Kurtuluş Savaşı 'm desteklemek için Anadolu'ya geçerler. Ayşe de hemşire olarak İhsan'ın birliğinde savaşa kanlır: Peyami ile İhsan, içten içe Ayşe'yi sevmeye başlarlar. Yakınları Yunanlılar tarafından öldürülen köylü kızı Kezban da karşılıksız bir aşkla Ihsan'ı sever ve gönüllü olarak İhsan'ın birliğine Yanında giden adam bir nevi kuru hıçkırıkla cevap veriyor: Bizim kaptan vuruldu. ihsan'ın kalbinin kininden hemen nadim olduğunu, belki de Ayşe'yi yüzünde bu istirapla koşturan felaketi kıskandığını hissediyorum ve hepimiz mütemadiyen uçarak gidiyoruz. riyla hâlâ genç yüzü mütebessim, kalbini delen bir kurşunla yatıyor. Hepimiz ona koşuyoruz. En evvel Ayşe yetişiyor, bir çocuk gibi onu kaldırıyor: - Rıfkı Bey, Rıfkı Bey! Göğsünü çözüyor, açıyor. Allah’ım o manzarayı hiç unutmayacağım. Ceketinin altında gömlek yok, ucu yırtık bir yün kuşak pantolonunu tutuyor. Beyaz ince vücudu solundaki kırmızı ölüm yarasıyla nasıl garip görünüyor. Ona söğüt dallarından bir sedye yaptık. Onu Ayşe ile beraber büyük bir dikkatle söğüt dallarının üstüne yatırdık, yanında hepimiz ağlayarak yürüyoruz. Bütün gece terasta yatan ölünün etrafında Ayşe dolaştı. Artık kuvvetlerimiz o sırada yardım al- madan uzun müddet kalamazdı. İhsan, Ayşe ile beni hemen götürmeye karar verdi. Ayşe asi ve katî idi. Ahmet Rıfkı'yı gömmeden gitmeyeceğini söyledi. İhsan, Ahmet Rıfkı'nın adamları ve kendi iki süvarisi ile bir baskın ihtimaline karşı sabaha kadar nöbet bekledi. Sabahleyin köyün imamıyla küçük cemaat onu mezarlığa götürürken Ayşe söğütlerin altında bir çocuk gibi hıçkırıyordu. Bu issiz Anadolu mezar- liklarında ne kadar sevgili bıraktık, geçtik... Mezarlıktan döndüğümüz zaman hareket hazırlığı yaptık. Hastalar doktora bırakılıyor, fazla araba ile arkamızdan hemen nakilleri için emir veriliyordu. Ayşe gözleri ağlamaktan kırmızı ve şiş olarak köyden hareket etti. Umum köyde bir telaş ve korku vardı. Ayşe'nin boynuna kadınlar tekrar sarıldılar ve ağladılar. Ayşe'ye bir yaylı bulmuş, içini hazırla- mıştık. Nihayet vedalar bitti, söğütleri bıraktık. Tozlu ve uzun yolda hayli ilerledik. İhsan da, ben de Ayşe'nin kederi dağılmayan yüzüyle alâkadardık; ikide bir ikimiz de eğiliyor, yeis içinde, başı önünde giden kapanık gözlü yüze endişe ile bakıyorduk. İhsan, Ayşe'nin yüzünden başka her şeyi, hatta zavallı genç ölüyü, hatta ihtilâlin çok vuzuhsuz ve karışık tehlikesini unutmuş gibiydi. Bilmiyorum, ne kadar gittik. Arkadan ince bir kadın sesi haykırdı. Döndük, yalın ayak genç bir köylü kız, ağlayarak, ellerini sallayarak bize doğru koşuyordu. Ben hemen anladım, fakat İhsan, ancak çocuk yanımıza geldiği zaman, hatta kendi atının başını yakaladığı n i î zaman anladı. Babamı gâvurlar öldürdüler, anam yok, dedem yok, beni nerelere bırakıyorsunuz, diyor ve mü- temadiyen ağlıyordu. İhsan biraz rikkatle, fakat çok canı sıkılmış bir tavırla Kezban'ı geri çevirmek için iknaya çalışıyordu. İlk defa o gün, Ayşe bizi gördü ve alâkadar gözlerle bu sahneyi takip etti. Kezban kani olmuyordu. - mi, diyordu. - Gitmicam, gitmicam! Tüfek atamam mı, elin şehrinden karılar gelir de ben gelip bir iş tutamam ci gibi dövüşebileceğine kaniydim. İhsan onu sonra gelip alacaklarını, şimdi dönmesini tavsiye ettikçe Hakikat yeşil gözleri öyle genç bir ihtirasla tutuşuyordu ki, bu küçük mahlûkun herhangi bir ihtilâl- 0, coşuyor ve haykırıyordu: 177