pençe pençe, al al olarak susuyordu. Portakal bahçelerine dalmış, göğsünde bir katılık, girtlağında lokmasını yutamamış gibi bir
pençe pençe, al al olarak susuyordu. Portakal bahçelerine dalmış, göğsünde bir katılık, girtlağında lokmasını yutamamış gibi bir sert düğüm, daima susuyordu. Fakat hem pür nakil çiçek açmış, hem yemişlerle donanmış güzel, islak bahçeler de tükendi; zeytinlikler de seyrekleşti. Yamaçlarında keçiler otlayan kuru, yalçın, çatlak dağlar arasından geçiyorlardı. Bu keçiler kapkara, beneksiz kara idi; tüyleri yeni otomobil boyası gibi aynamsı bir cila ile, kızgın güneş altında, pırıl pırıl yanıyordu. Bunlar da biti; göz alabildiğine uzanan bir düzlüğe çıkmışlardı; ne ağaç vardı, ne dere, ne ev! Yalnız ara sıra kocaman kocaman hayvanlara rast geliyorlardı; çok uzun bacaklı, çok uzun boylu, sırtları kabarık, kambur hayvanlar trene bakmıyorlardı bile... Ağızlarında beyazımsı bir köpük çiğneyerek dalgin ve küskün arka arkaya, ağır ağır, yumuşak yumuşak, iz bırakmadan ve toz çıkarmadan gidiyorlardı. Çok sabretti, dayanamadı, yanındaki askere parmağıyla göstererek sordu; o