Hayalindeki netler. İhtiyacın olan her şey. Tek platform.

Soru çözüm, yayın seti, birebir rehberlik, canlı dersler ve daha fazlası Kunduz’da. Şimdi al, netlerini artırmaya başla.

İsim Tamlamaları Soruları

İhsan, Ayşe'nin sandalyesinin arkasını iki elleriyle
koparacak gibi tutuyor, yüzü öyle korkunç ve gergin ki.
Mister Cook, mazlumların zalimlerden kuvvetli ola-
bileceğini duydu mu bilmem fakat odanın havasını fazla
korkunç ve soğuk buldu. Tuhaf bir ciddiyetle kalktı. Biraz
kısık bir yılan ıslığıyla, "Bugün bana İzmir kızını dinletti-
niz, teşekkür ederim," dedi. Kimse elini uzatmadı. O, Sa-
lime Hanım'la çıkarken ben de kapıya kadar gittim.
Odaya dönünce genç askerleri Ayşe'nin sandalyesi
etrafında diz çökmüş buldum. Haşmet Bey ve ihtiyar
Sabri Paşa da dahil olduğu halde, İzmir kızına kılıçlarını
adıyorlardı. İhsan'ın biraz kısık sesini duydum:
"Her parçamız kopuncaya kadar İzmir yolunda kılı-
cımızı kınına koymayacağız."
Deminki güçlü, utkulu Ayşe, âciz bir çocuk gibi, za-
vallı bir ana gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
"Ne oluyorsunuz," dedim. "Milletin bizim gibi silah-
sız kısmı kılıçlılardan daha çok. Harp bitti. Uygar barışın
nimetini bize Mister Cook anlattı. Bunun üstüne çay iç-
mez misiniz?"
Bunu kâğıt kokuları ve daire söyledi, Ayşe! Ben hep-
sinden daha aşağı yüzükoyun yattım. İçimden haykırdım.
Her parçam kopuncaya kadar Ayşe! Sen duymadın,
bilmedin, yeşil gözlerinde yaş kurudu. Bana merhametle
baktın. Hálá bilmiyorsun. Bak iki bacağım koptu fakat
dövüşmek için iki kolum daha var. Aç gözlerini Ayşe, al-
nındaki kırmızı yarayı kaldır. Yanında yatan şehitten, et-
rafındaki ölenlerden ben aşağı değilim. Ben de, ben de
senin için, Izmir için her parçam kopuncaya kadar vuru-
şacağım.
48
Lise Türkçe
İsim Tamlamaları
İhsan, Ayşe'nin sandalyesinin arkasını iki elleriyle koparacak gibi tutuyor, yüzü öyle korkunç ve gergin ki. Mister Cook, mazlumların zalimlerden kuvvetli ola- bileceğini duydu mu bilmem fakat odanın havasını fazla korkunç ve soğuk buldu. Tuhaf bir ciddiyetle kalktı. Biraz kısık bir yılan ıslığıyla, "Bugün bana İzmir kızını dinletti- niz, teşekkür ederim," dedi. Kimse elini uzatmadı. O, Sa- lime Hanım'la çıkarken ben de kapıya kadar gittim. Odaya dönünce genç askerleri Ayşe'nin sandalyesi etrafında diz çökmüş buldum. Haşmet Bey ve ihtiyar Sabri Paşa da dahil olduğu halde, İzmir kızına kılıçlarını adıyorlardı. İhsan'ın biraz kısık sesini duydum: "Her parçamız kopuncaya kadar İzmir yolunda kılı- cımızı kınına koymayacağız." Deminki güçlü, utkulu Ayşe, âciz bir çocuk gibi, za- vallı bir ana gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. "Ne oluyorsunuz," dedim. "Milletin bizim gibi silah- sız kısmı kılıçlılardan daha çok. Harp bitti. Uygar barışın nimetini bize Mister Cook anlattı. Bunun üstüne çay iç- mez misiniz?" Bunu kâğıt kokuları ve daire söyledi, Ayşe! Ben hep- sinden daha aşağı yüzükoyun yattım. İçimden haykırdım. Her parçam kopuncaya kadar Ayşe! Sen duymadın, bilmedin, yeşil gözlerinde yaş kurudu. Bana merhametle baktın. Hálá bilmiyorsun. Bak iki bacağım koptu fakat dövüşmek için iki kolum daha var. Aç gözlerini Ayşe, al- nındaki kırmızı yarayı kaldır. Yanında yatan şehitten, et- rafındaki ölenlerden ben aşağı değilim. Ben de, ben de senin için, Izmir için her parçam kopuncaya kadar vuru- şacağım. 48
2.
Aşağıdakilerin hangisinde tamlayan veya tamlananı
adıldan oluşmuş tamlama kullanılmamıştır?
A) Bana senin gibisi çok az bulunur derken her şey iyiydi de
şimdi ne değişti, anlayamadım.
B) Sabah uzaktan konuştuğunuzu gördüğüm o adam neyin
oluyor, bir türlü çıkaramadım.
C) Sıkıntıya bence hiçbir zaman gerek yok çünkü her şeyin,
bazen zorlansak da, bir çıkış yolu mutlaka var.
D) Radyodaki kadife sesli şarkıcı sen benim şarkılarımsın,
derken ne kadar da içten duyumsatıyor aşkı.
E) Her ne yazılıp çizildiyse özgürlük adına hiçbirinin etkisi
bir bağımsızlık şiiri kadar olmadı.
Palme Yayıncılık
Lise Türkçe
İsim Tamlamaları
2. Aşağıdakilerin hangisinde tamlayan veya tamlananı adıldan oluşmuş tamlama kullanılmamıştır? A) Bana senin gibisi çok az bulunur derken her şey iyiydi de şimdi ne değişti, anlayamadım. B) Sabah uzaktan konuştuğunuzu gördüğüm o adam neyin oluyor, bir türlü çıkaramadım. C) Sıkıntıya bence hiçbir zaman gerek yok çünkü her şeyin, bazen zorlansak da, bir çıkış yolu mutlaka var. D) Radyodaki kadife sesli şarkıcı sen benim şarkılarımsın, derken ne kadar da içten duyumsatıyor aşkı. E) Her ne yazılıp çizildiyse özgürlük adına hiçbirinin etkisi bir bağımsızlık şiiri kadar olmadı. Palme Yayıncılık
Amin?
Ihsan arabacının kapısını açtığı bir kupayı gösterdi. Çe.
kilmek istedi fakat Cemal onu görmüştü. Sesi biraz titre.
yerek, "İhsan, ne kaçıyorsun kardeşim? Ayşe, arkadaşım
Ihsan," diye birbirlerine takdim etti.
Yemin edebilirim ki İhsan'a, Ayşe'nin gölgeli gözleri
görmeden baktı ve görmeden beyaz elini uzattı. Fakat o,
eski padişahların türbelerindeki saçak uçlarını öpen eski
bir Osmanlı gibi, beyaz elin üstüne dindar ve heyecanlı
eğildi.
Annem Ayşe'nin boynuna sarıldı. Yanaklarından öp-
tü, sonra onu odasına çıkardık ve Cemal'le yalnız bıraktık.
Akşam aşağıya, el ele iki çocuk gibi indiler. İkisinin
de gözleri şiş ve kırmızıydı. Fakat Cemal tamamen Ay-
şe'nin etkisine girmiş, Ayşe de çölde kaybolan bir gurbet
yolcusunun rastladığı tek bir insan gibi Cemal'e sarılmış
görünüyordu. Ayşe'nin acısı Cemal'in gözlerine baktığı
vakit patlayacak bir fırtına gibi gözlerini karartıyor fakat
İhsan'ın mavi gözlerindeki erkek kuvvetinin kardeşliğiy-
le dağılıyordu.
Ertesi gün mitinge bizimle birlikte Ayşe de geldi. So-
kaklarda anlamlı bir sessizlik vardı. Müslümanlar hari-
kulade sessiz fakat karanlık görünüyorlar. Hıristiyanların
hepsi endişeli; saldırgan olup olmamakta, Müslümanla-
rin bu haliyle alay edip etmemekte kararsız görünüyor-
du. Bütün deşilen çıbanlar arasında en koyu cerahat, yer-
li Hıristiyanların velveleli zaferlerinden, arkalarını İngil-
tere ve Fransa'ya vererek Türk'e yağdırdıkları öfkeden
akıyordu. Bunun için Osmanbey önünde tramvaya bi-
nerken kalabalık dikkate değerdi. Fakat biz ayrıntıları gö
remiyorduk. Önümüzde sessiz yürüyen sakat kollu Ay-
1. Kapalı ve yalnız arkada oturulacak yeri olan, dört tekerlekli araba. (Y.N.)
36
Lise Türkçe
İsim Tamlamaları
Amin? Ihsan arabacının kapısını açtığı bir kupayı gösterdi. Çe. kilmek istedi fakat Cemal onu görmüştü. Sesi biraz titre. yerek, "İhsan, ne kaçıyorsun kardeşim? Ayşe, arkadaşım Ihsan," diye birbirlerine takdim etti. Yemin edebilirim ki İhsan'a, Ayşe'nin gölgeli gözleri görmeden baktı ve görmeden beyaz elini uzattı. Fakat o, eski padişahların türbelerindeki saçak uçlarını öpen eski bir Osmanlı gibi, beyaz elin üstüne dindar ve heyecanlı eğildi. Annem Ayşe'nin boynuna sarıldı. Yanaklarından öp- tü, sonra onu odasına çıkardık ve Cemal'le yalnız bıraktık. Akşam aşağıya, el ele iki çocuk gibi indiler. İkisinin de gözleri şiş ve kırmızıydı. Fakat Cemal tamamen Ay- şe'nin etkisine girmiş, Ayşe de çölde kaybolan bir gurbet yolcusunun rastladığı tek bir insan gibi Cemal'e sarılmış görünüyordu. Ayşe'nin acısı Cemal'in gözlerine baktığı vakit patlayacak bir fırtına gibi gözlerini karartıyor fakat İhsan'ın mavi gözlerindeki erkek kuvvetinin kardeşliğiy- le dağılıyordu. Ertesi gün mitinge bizimle birlikte Ayşe de geldi. So- kaklarda anlamlı bir sessizlik vardı. Müslümanlar hari- kulade sessiz fakat karanlık görünüyorlar. Hıristiyanların hepsi endişeli; saldırgan olup olmamakta, Müslümanla- rin bu haliyle alay edip etmemekte kararsız görünüyor- du. Bütün deşilen çıbanlar arasında en koyu cerahat, yer- li Hıristiyanların velveleli zaferlerinden, arkalarını İngil- tere ve Fransa'ya vererek Türk'e yağdırdıkları öfkeden akıyordu. Bunun için Osmanbey önünde tramvaya bi- nerken kalabalık dikkate değerdi. Fakat biz ayrıntıları gö remiyorduk. Önümüzde sessiz yürüyen sakat kollu Ay- 1. Kapalı ve yalnız arkada oturulacak yeri olan, dört tekerlekli araba. (Y.N.) 36
Perşembe sabahı Cemal'le birlikte Ayşe'yi vapurdan
almaya gittik. Rıhtım kıyamet gibi kalabalık, hálå sokak-
ların coşkuyla karışık somurtkan ve isyankâr havası var.
Kalabalığın arasında İhsan uzaktan gözüme ilişti. Bizi
görmemiş gibi uzakta duruyordu. Fakat biliyordum ki
bizimle birlikte olmak için oradadır.
Ben vapura çıkmadım. Rıhtıma dayandım; şapkalı pa-
likaryaların¹ kahkahalarını, alaylarını içimde katılaşan bir
şeyle seyrederek bekledim. Araba bulmak belki mümkün
olmayacaktı.
Zavallı Ayşe'yi İstanbul Türk kadınlarının; Ermeni,
Rum kondüktörler, Ermeni, Rum, İngiliz polisleri ve hafi-
yeleriyle işkence edildiği bu tramvaya nasıl bindirecektik?
"İşte Ayşe, Peyami, nerelere daldın yine?"
Cemal'in yanında kolu bir bağ içinde simsiyah örtü-
lü bir kadın. İçimden, "İzmir geliyor," dedim.
Sonra uzattığı büyük uzunca bir beyaz eli sıktım.
Yüzünü kaldırdı. Sükûn içinde aramızda yürüdü. Koyu-
laşmış yeşil, esmer gözleri etrafındaki siyah kirpikleri yas-
lı İzmir'in zeytinliklerini örten yas örtüsü gibiydi. Acılı
derin yüzünde ne yaş ne de telaş vardı. Öyle karanlık ve
derin bir şeydi ki... Yanından ince kaşları altında o siyah
kirpik çerçevesine ve biraz uzunca burnuna bakıyordum.
Kendini getiren vapura başını çevirip bakarken yüzünün
gözlerinden de dikkate değer olan parçasını, Oscar
Wilde'ın dediği gibi "fildişi saplı bir bıçakla açılmış bir
kızıl nar" gibi dudaklarını gördüm. Büyük, biçimli, kırmı-
zı dudaklarının ve arasındaki sedef gibi sağlam beyaz diş-
lerinin sonsuz bir gücü, zenginliği vardı. Köprü'nün ba-
şında arkamdan bir el, kalabalığın arasına nasıl çekilmiş
olduğuna hayret ettiğim bir araba önünde beni durdurdu.
1. Kabadayı Rum delikanlısı. (Y.N.)
35
Lise Türkçe
İsim Tamlamaları
Perşembe sabahı Cemal'le birlikte Ayşe'yi vapurdan almaya gittik. Rıhtım kıyamet gibi kalabalık, hálå sokak- ların coşkuyla karışık somurtkan ve isyankâr havası var. Kalabalığın arasında İhsan uzaktan gözüme ilişti. Bizi görmemiş gibi uzakta duruyordu. Fakat biliyordum ki bizimle birlikte olmak için oradadır. Ben vapura çıkmadım. Rıhtıma dayandım; şapkalı pa- likaryaların¹ kahkahalarını, alaylarını içimde katılaşan bir şeyle seyrederek bekledim. Araba bulmak belki mümkün olmayacaktı. Zavallı Ayşe'yi İstanbul Türk kadınlarının; Ermeni, Rum kondüktörler, Ermeni, Rum, İngiliz polisleri ve hafi- yeleriyle işkence edildiği bu tramvaya nasıl bindirecektik? "İşte Ayşe, Peyami, nerelere daldın yine?" Cemal'in yanında kolu bir bağ içinde simsiyah örtü- lü bir kadın. İçimden, "İzmir geliyor," dedim. Sonra uzattığı büyük uzunca bir beyaz eli sıktım. Yüzünü kaldırdı. Sükûn içinde aramızda yürüdü. Koyu- laşmış yeşil, esmer gözleri etrafındaki siyah kirpikleri yas- lı İzmir'in zeytinliklerini örten yas örtüsü gibiydi. Acılı derin yüzünde ne yaş ne de telaş vardı. Öyle karanlık ve derin bir şeydi ki... Yanından ince kaşları altında o siyah kirpik çerçevesine ve biraz uzunca burnuna bakıyordum. Kendini getiren vapura başını çevirip bakarken yüzünün gözlerinden de dikkate değer olan parçasını, Oscar Wilde'ın dediği gibi "fildişi saplı bir bıçakla açılmış bir kızıl nar" gibi dudaklarını gördüm. Büyük, biçimli, kırmı- zı dudaklarının ve arasındaki sedef gibi sağlam beyaz diş- lerinin sonsuz bir gücü, zenginliği vardı. Köprü'nün ba- şında arkamdan bir el, kalabalığın arasına nasıl çekilmiş olduğuna hayret ettiğim bir araba önünde beni durdurdu. 1. Kabadayı Rum delikanlısı. (Y.N.) 35
2
İzmir Kızı
5 Kasım 1921
İzmir'in işgalini önce Cemal haber aldı. Şaşılacak
bir dayanıklılık gösteriyordu. İki gün sayısız propaganda
cemiyetlerine devam etti; fakat Ayşe'den haber almak
için yanıyor, her gün telgrafhaneye gidip geliyordu.
Beş gün sonra bir sabah ben kalkmadan yatak oda-
ma İhsan geldi. Hizmetçi gelip haber bile vermemişti,
yüzü perişandı.
"Peyami," dedi, "Mukbil Bey'i Yunanlılar parçalamış,
oğlu Hasan'a bir kurşun isabet etmiş, ölmüş. Ayşe Ha-
nım yaralıymış, çiftlikten, İzmir'de bir İtalyan aileye sı-
ğınmış. Dün İzmir'den kaçıp gelen bir genç subay haber
verdi. Bunu Cemal'e nasıl söylemeli?"
Yataktan fırladım, indim. Cemal'in kalkıp gelmesin-
den korkmuş gibi kapıyı kilitledim. Bir sigara yaktım,
oturdum. Ne yapmalı? Ya Rabbim, ne yapmalı?
"İhsan," dedim, "Cemal kalkmadan buradan çıkıp gi-
delim. Onun bunu yabancılardan haber alması daha iyi
olur."
O akşam Cemal'in yatağını benim yatağımın karşısı-
na taşıdım. Kapıyı kapadım, yanında oturdum. Kimseyi,
hatta annemi, hatta hizmetçiyi odaya sokmadım. Kimse o
kadar acı çeken ve zayıf bir Cemal görmesin istiyorum.
Acısının ne derecesini ne de derinliğini anlıyorum.
33
Lise Türkçe
İsim Tamlamaları
2 İzmir Kızı 5 Kasım 1921 İzmir'in işgalini önce Cemal haber aldı. Şaşılacak bir dayanıklılık gösteriyordu. İki gün sayısız propaganda cemiyetlerine devam etti; fakat Ayşe'den haber almak için yanıyor, her gün telgrafhaneye gidip geliyordu. Beş gün sonra bir sabah ben kalkmadan yatak oda- ma İhsan geldi. Hizmetçi gelip haber bile vermemişti, yüzü perişandı. "Peyami," dedi, "Mukbil Bey'i Yunanlılar parçalamış, oğlu Hasan'a bir kurşun isabet etmiş, ölmüş. Ayşe Ha- nım yaralıymış, çiftlikten, İzmir'de bir İtalyan aileye sı- ğınmış. Dün İzmir'den kaçıp gelen bir genç subay haber verdi. Bunu Cemal'e nasıl söylemeli?" Yataktan fırladım, indim. Cemal'in kalkıp gelmesin- den korkmuş gibi kapıyı kilitledim. Bir sigara yaktım, oturdum. Ne yapmalı? Ya Rabbim, ne yapmalı? "İhsan," dedim, "Cemal kalkmadan buradan çıkıp gi- delim. Onun bunu yabancılardan haber alması daha iyi olur." O akşam Cemal'in yatağını benim yatağımın karşısı- na taşıdım. Kapıyı kapadım, yanında oturdum. Kimseyi, hatta annemi, hatta hizmetçiyi odaya sokmadım. Kimse o kadar acı çeken ve zayıf bir Cemal görmesin istiyorum. Acısının ne derecesini ne de derinliğini anlıyorum. 33
E) Basit cümle bulunmaktadır.
(1) Bir yanda alçalan, ötede yükselen tarlalar ufuk çizgisi-
ne doğru susuzmuşçasına yayılmaktaydı. (11) İleride/bodur,
seyrek çalılıklarla kaplı sel yatakları kıvrılıyordu. (III) Kıyıları
oyulmuş dereler, çerden çöpten setleriyle minicik gölcükler
oluştururken daha ileride yıkık damlı alçak evlerden kurulu
köycükler göze çarpıyordu. (IV) Bomboş harman yerlerinin
yanında çalı çırpıdan yapılmış duvarlarıyla yan yatmış sa-
manlıklar görünüyordu. (V) Adam, bu görüntü karşısında ar-
tık sıkılmaya başlamıştı.
Bu parçada numaralanmış cümlelerle ilgili aşağıdakiler-
den hangisi yanlıştır?
I. cümlenin öznesi, sifat tamlamasıdır.
B II. cümlenin öznesi, tamlayanı sıfatla nitelenmiş belirtisiz
isim tamlamasıdır.
CY III. cümlenin yüklemi, birleşik fiildir.
D) V. cümlenin dolaylı tümleci, zincirleme isim tamlamasıdır.
EV. cümlenin yüklemi, birleşik çekimli türemiş fiildir.
Lise Türkçe
İsim Tamlamaları
E) Basit cümle bulunmaktadır. (1) Bir yanda alçalan, ötede yükselen tarlalar ufuk çizgisi- ne doğru susuzmuşçasına yayılmaktaydı. (11) İleride/bodur, seyrek çalılıklarla kaplı sel yatakları kıvrılıyordu. (III) Kıyıları oyulmuş dereler, çerden çöpten setleriyle minicik gölcükler oluştururken daha ileride yıkık damlı alçak evlerden kurulu köycükler göze çarpıyordu. (IV) Bomboş harman yerlerinin yanında çalı çırpıdan yapılmış duvarlarıyla yan yatmış sa- manlıklar görünüyordu. (V) Adam, bu görüntü karşısında ar- tık sıkılmaya başlamıştı. Bu parçada numaralanmış cümlelerle ilgili aşağıdakiler- den hangisi yanlıştır? I. cümlenin öznesi, sifat tamlamasıdır. B II. cümlenin öznesi, tamlayanı sıfatla nitelenmiş belirtisiz isim tamlamasıdır. CY III. cümlenin yüklemi, birleşik fiildir. D) V. cümlenin dolaylı tümleci, zincirleme isim tamlamasıdır. EV. cümlenin yüklemi, birleşik çekimli türemiş fiildir.
reken insanlar bizdik. Bizde umutsuzluk filan yoktu, ço-
cuk gibi yepyeni, taptaze ruhlarımızla uygar dünyanın
bu düşüncesini düzeltmeye karar vermiştik. Zalim olma-
dığımızı, söylenen şeylerin yalan olduğunu ispat eder et-
mez, Avrupa hakkımızı teslim edecekti. Hem hakkımızı
teslim edecekti hem hakkımızı alçakgönüllü ve kabul
edilebilir bir biçime sokmuştuk. Gazeteler, broşürler, ma-
kaleler yayımlayacak, çevirip Avrupa'ya gönderecektik,
sonra Türk gençliği bunu İstanbul'a giren yabancılara an-
latacaktı. Her genç, yabancı muhabirlerini arıyor, her ka-
dın kocasının, kardeşinin davet ettiği yabancılara bu ger-
çekleri anlatıyor. İstanbul birbirine karşıt düşman unsur-
larıyla hep bunu yapıyordu. Şişli'de bu propagandaları
yapan salonların başında annemin salonu
yaşlı başlı ve saygıdeğer bir hanım olması salonunu bu iş-
ler için uygun bir hale sokuyordu.
ardı. Onun
Bütün Darülfünun gençleri, birçok subay, bütün
Türk Ocağı bununla meşgul. İhsan, Cemal, ben hep bu
işteyiz. Benim Hariciye'deki konumumdan yararlanılıyor.
Bana iyi yabancı dil bildiğim için bir tür seçkin insan diye
bakıyorlar. Kimse hepimizin ne kadar çocuk ve gülünç
olduğumuzun farkında değil. Fırsatlı fırsatsız zehirlerini
akıtan basın bu noktada birleşmiş. Yalnız içimizde, ırkça
Türk olmadığını Mütareke'den sonra gelen bir tür esinle
anlayanlar bu işe katılmıyorlar, onlar Ermeni ve Rum kar-
deşleriyle birlikte... Onlar da başka bir propaganda oyu-
nunda... Her evde, her toplantıda bundan söz ediliyor.
Bu günlerde dikkatle bakınca görüyorum ki bunları
başkaları için değil, kendimiz için yaptık. Kendi içimiz-
den kaynadık. Yoksa Fransızca, İngilizce yayınlar; değil
Avrupa'da, İstanbul'da bile bizden yana olursa yayımla-
1. Üniversite. (Y.N.)
28
Lise Türkçe
İsim Tamlamaları
reken insanlar bizdik. Bizde umutsuzluk filan yoktu, ço- cuk gibi yepyeni, taptaze ruhlarımızla uygar dünyanın bu düşüncesini düzeltmeye karar vermiştik. Zalim olma- dığımızı, söylenen şeylerin yalan olduğunu ispat eder et- mez, Avrupa hakkımızı teslim edecekti. Hem hakkımızı teslim edecekti hem hakkımızı alçakgönüllü ve kabul edilebilir bir biçime sokmuştuk. Gazeteler, broşürler, ma- kaleler yayımlayacak, çevirip Avrupa'ya gönderecektik, sonra Türk gençliği bunu İstanbul'a giren yabancılara an- latacaktı. Her genç, yabancı muhabirlerini arıyor, her ka- dın kocasının, kardeşinin davet ettiği yabancılara bu ger- çekleri anlatıyor. İstanbul birbirine karşıt düşman unsur- larıyla hep bunu yapıyordu. Şişli'de bu propagandaları yapan salonların başında annemin salonu yaşlı başlı ve saygıdeğer bir hanım olması salonunu bu iş- ler için uygun bir hale sokuyordu. ardı. Onun Bütün Darülfünun gençleri, birçok subay, bütün Türk Ocağı bununla meşgul. İhsan, Cemal, ben hep bu işteyiz. Benim Hariciye'deki konumumdan yararlanılıyor. Bana iyi yabancı dil bildiğim için bir tür seçkin insan diye bakıyorlar. Kimse hepimizin ne kadar çocuk ve gülünç olduğumuzun farkında değil. Fırsatlı fırsatsız zehirlerini akıtan basın bu noktada birleşmiş. Yalnız içimizde, ırkça Türk olmadığını Mütareke'den sonra gelen bir tür esinle anlayanlar bu işe katılmıyorlar, onlar Ermeni ve Rum kar- deşleriyle birlikte... Onlar da başka bir propaganda oyu- nunda... Her evde, her toplantıda bundan söz ediliyor. Bu günlerde dikkatle bakınca görüyorum ki bunları başkaları için değil, kendimiz için yaptık. Kendi içimiz- den kaynadık. Yoksa Fransızca, İngilizce yayınlar; değil Avrupa'da, İstanbul'da bile bizden yana olursa yayımla- 1. Üniversite. (Y.N.) 28
namıyordu. Böyle olduğu halde bile bu makaleler dişleri
dökülmüş ihtiyar ağızlar gibi delik deşik çıkıyorlar. Fakat
bizim grup bu tarzda hareket etmeyecek, ağırbaşlı, onur-
lu bir propaganda yapacaktı. Kendi kendimize, yüzümü-
ze hata, cinayet diye attıkları şeylerin daha fenalarını on-
ların yapmış olduklarını söyledikten sonra, güya dünya
bütün dediğimizi işitmiş ve bize hak vermiş gibi sakin
ayrılıyorduk. Davamızın, hakkımızın kuvvetini hissettik-
çe bunu herkes anladı gibi hissediyorduk. Belki bu içten
çocuk propagandasının en güzel yeri burasıdır. Çünkü
İstiklal Harbi'nde çektiklerimizi çekmek, gönüllü bir şe-
hitliğe atılmak için en önce kendimiz kendimize inanma-
ya muhtaçtık.
İstanbul'un bir tarafı kangren olmuş bir milletin kal-
bi gibi cerahat saçarak akıyor, bir tarafı genç, olmayacak
hayallere inanmış yepyeni çocuklar gibi konuşuyor, bü-
tün canıyla bu yeni ve gelecek dünya rüyasıyla yaşıyor.
Şişli hanım propagandasını "Rodoslular" yönetir. Bun-
lar yabancı dil bilirler, alafrangadırlar. En büyüklerini
Ankara'nın kurşuni ufkunda hâlâ hatırlıyorum. Uzun,
güçlü, iyi giyinmiş, canlı bir hanımdır. Siyah gözlüdür.
Pembe, keskin çizgili bir yüzü vardır; muntazam açık ka-
natlı burnu, sürekli etrafında üstüne atılacak hafif kalpli
İttihatçı kadın avı koklar. Kendisi şiddetle ve içtenlikle
İttihatçı düşmanıdır. Bu tutkusunda bazen insani bir iç-
tenlik vardır. Vapurda, salonda, her yerde aynı facia tav-
rıyla konuşur. İster iki kişilik küçük bir oda, ister yüz ki-
şilik bir toplantı salonu olsun, hep aynı vaziyet, aynı ses.
Otomobilde giderken keskin ve güzel yüzünü yandan
bazen görürüm; hep aynı titreyiş ve çırpınışla belki için-
den İttihatçılara lanet eden, onlara makineli bir çekiç
gibi sürekli vuran söylevi bir an durmaz.
Bizim salonda bir gün onu, yüzleri hayli üzüntülü
bir İttihatçı hanımlarından oluşan grup arasında bul-
29
Lise Türkçe
İsim Tamlamaları
namıyordu. Böyle olduğu halde bile bu makaleler dişleri dökülmüş ihtiyar ağızlar gibi delik deşik çıkıyorlar. Fakat bizim grup bu tarzda hareket etmeyecek, ağırbaşlı, onur- lu bir propaganda yapacaktı. Kendi kendimize, yüzümü- ze hata, cinayet diye attıkları şeylerin daha fenalarını on- ların yapmış olduklarını söyledikten sonra, güya dünya bütün dediğimizi işitmiş ve bize hak vermiş gibi sakin ayrılıyorduk. Davamızın, hakkımızın kuvvetini hissettik- çe bunu herkes anladı gibi hissediyorduk. Belki bu içten çocuk propagandasının en güzel yeri burasıdır. Çünkü İstiklal Harbi'nde çektiklerimizi çekmek, gönüllü bir şe- hitliğe atılmak için en önce kendimiz kendimize inanma- ya muhtaçtık. İstanbul'un bir tarafı kangren olmuş bir milletin kal- bi gibi cerahat saçarak akıyor, bir tarafı genç, olmayacak hayallere inanmış yepyeni çocuklar gibi konuşuyor, bü- tün canıyla bu yeni ve gelecek dünya rüyasıyla yaşıyor. Şişli hanım propagandasını "Rodoslular" yönetir. Bun- lar yabancı dil bilirler, alafrangadırlar. En büyüklerini Ankara'nın kurşuni ufkunda hâlâ hatırlıyorum. Uzun, güçlü, iyi giyinmiş, canlı bir hanımdır. Siyah gözlüdür. Pembe, keskin çizgili bir yüzü vardır; muntazam açık ka- natlı burnu, sürekli etrafında üstüne atılacak hafif kalpli İttihatçı kadın avı koklar. Kendisi şiddetle ve içtenlikle İttihatçı düşmanıdır. Bu tutkusunda bazen insani bir iç- tenlik vardır. Vapurda, salonda, her yerde aynı facia tav- rıyla konuşur. İster iki kişilik küçük bir oda, ister yüz ki- şilik bir toplantı salonu olsun, hep aynı vaziyet, aynı ses. Otomobilde giderken keskin ve güzel yüzünü yandan bazen görürüm; hep aynı titreyiş ve çırpınışla belki için- den İttihatçılara lanet eden, onlara makineli bir çekiç gibi sürekli vuran söylevi bir an durmaz. Bizim salonda bir gün onu, yüzleri hayli üzüntülü bir İttihatçı hanımlarından oluşan grup arasında bul- 29
Sofranın etrafında yedi kişiydiler.
Bir gün, Mir'at-i Şuûn'un (Olayların Aynası) imtiyaz sahibi
Hüseyin Baha Efendi, matbaaya çehresinde bir başka sevinç
parıldayarak girdiği zaman, dört sayıdan beri devam eden
"Dahili Sanatlar" makalesinin altına "son" kelimesini iri bir
yazı şeklinde karalamakla meşgul olan başyazar Ali Şekip'e
demişti ki:
"Yarın değil öbür gün, Mir'at-i Şuûn, onuncu yılının üç yüz
altmış beşinci gününü tamamlıyor. Çarşamba günü için..."
Ali Şekip hemen cevap vermişti:
"Hiçbir şey yazamam. Ziyafet verilmeyince bir satır yazı
yok."
Bu gece, işte Tepebaşı Bahçesi'nde yazı kuruluna o ziya-
fet veriliyordu.
Davetliler, "Mir'at-i Şuûn" gazetesi yazarlarından ibaretti.
Bütün bu gençler dört saat hep içmişler, bir saat hep yemiş-
lerdi. Şimdi parmaklarının arasında karnı doyduktan sonra
yalnız meşgul olmak için oyalananlara mahsus gevşek bir
davranışla yavaş yavaş bir elmanın kabuğunu bir parçada
çıkarmaya çalışan Ali Şekip'ten başka, hepsi sandalyelerinin
vaziyetini değiştirmişler; sofradan az çok çekilmişlerdi.
- 17-
Lise Türkçe
İsim Tamlamaları
Sofranın etrafında yedi kişiydiler. Bir gün, Mir'at-i Şuûn'un (Olayların Aynası) imtiyaz sahibi Hüseyin Baha Efendi, matbaaya çehresinde bir başka sevinç parıldayarak girdiği zaman, dört sayıdan beri devam eden "Dahili Sanatlar" makalesinin altına "son" kelimesini iri bir yazı şeklinde karalamakla meşgul olan başyazar Ali Şekip'e demişti ki: "Yarın değil öbür gün, Mir'at-i Şuûn, onuncu yılının üç yüz altmış beşinci gününü tamamlıyor. Çarşamba günü için..." Ali Şekip hemen cevap vermişti: "Hiçbir şey yazamam. Ziyafet verilmeyince bir satır yazı yok." Bu gece, işte Tepebaşı Bahçesi'nde yazı kuruluna o ziya- fet veriliyordu. Davetliler, "Mir'at-i Şuûn" gazetesi yazarlarından ibaretti. Bütün bu gençler dört saat hep içmişler, bir saat hep yemiş- lerdi. Şimdi parmaklarının arasında karnı doyduktan sonra yalnız meşgul olmak için oyalananlara mahsus gevşek bir davranışla yavaş yavaş bir elmanın kabuğunu bir parçada çıkarmaya çalışan Ali Şekip'ten başka, hepsi sandalyelerinin vaziyetini değiştirmişler; sofradan az çok çekilmişlerdi. - 17-
Şimdi odama geldi. Kaputumu, battaniyelerimi aldı,
götürdü, güneşli, taş koridora bir sedye çıkarmış, beni
kucaklayıp oraya götürecek, orada eski günlerin ateşini,
kanını damarlarımda kaynarken duyacağım.
Uzun uzun güneşte uyumuşum. Odam hayli soğuk.
Salim çocuk gibi beni hırkaya, battaniyeye sardı; ba-
şımda bir lamba, elimde defterim var, tuhaf bir sükûn
duyuyor ve düşünüyorum.
Neredeydim? İhsan'ı da sevmeye başlamıştım. Dai-
renin, kâğıtların zincirleri artık tamamen çözülüyor. Ce-
mal ile İhsan birbirlerini hâlâ çok sevmiyorlar. Fakat ikisi
de beni o kadar seviyor ki, ekseri üç kişi birlikteyiz. İh-
san'ın ailesi de Şişli'de, kibar ve eski bir aile, annemle ah-
bap olduklarını sonra anladım. Fakat anası uygar bir ha-
nim olmakla birlikte erkekle konuşmuyor, kendisinde
eski bir Babıâli görgüsüyle temizlik, aşırı nezaket, azıcık
da muhafazakârlık ağır basıyor fakat oğulları başka bir
şey. O, Cemal kadar konuşmuyor, Cemal'in çok kere onu
kızdırmak için İstanbullulara, İstanbul göreneğine hücu-
muna cevap vermiyor. Fakat bu yalnızca sakinliği ve ne-
zaketinden değil. İçinde bu şeylerin dokunamayacağı bir
kale var. İhsan, yüksek, kayadan bir varlık. Onun biraz
çilli, küçük bir yüzü, zarif ince burnu, beyaz dişleri ve
bazen eski resimlere benzeyen ortası ayrık derin gözleri
var; alafranga genç bir subay ruhundan başka özel şeyler
taşıdığını seziyorum. Fakat o kendinden bir şey vermi-
yor. Her vakit nazik, her vakit etrafındakilerin rahat ve
arzusunu düşünen yeni bir Osmanlı örneği, Türk demi-
yorum. Çünkü yeni Türk genci daha saldırgan, daha dal-
galı, daha istediği çok olan bir yaratıktır. İhsan'ın belirli
bir istediği yok. hur ve namus duygusuyla cepheden
cepheye koşmuş, yaralanmış, fedakârlığı gösterişçi olma-
yan biraz da mağrur bir insan. Lebon'u tercih etmekle
birlikte o da genellikle bizimle geliyor, Cemal'in sevdiği
24
bir S
nuşa
iki g
beni
yaln
te A
İhsa
yav:
lerin
yaz
dirl
der
üçü
siz,
mu
bik
kan
saç
sö
ön
Zin
ka
sar
m
ye
ar
m
1.
2.
3.
Lise Türkçe
İsim Tamlamaları
Şimdi odama geldi. Kaputumu, battaniyelerimi aldı, götürdü, güneşli, taş koridora bir sedye çıkarmış, beni kucaklayıp oraya götürecek, orada eski günlerin ateşini, kanını damarlarımda kaynarken duyacağım. Uzun uzun güneşte uyumuşum. Odam hayli soğuk. Salim çocuk gibi beni hırkaya, battaniyeye sardı; ba- şımda bir lamba, elimde defterim var, tuhaf bir sükûn duyuyor ve düşünüyorum. Neredeydim? İhsan'ı da sevmeye başlamıştım. Dai- renin, kâğıtların zincirleri artık tamamen çözülüyor. Ce- mal ile İhsan birbirlerini hâlâ çok sevmiyorlar. Fakat ikisi de beni o kadar seviyor ki, ekseri üç kişi birlikteyiz. İh- san'ın ailesi de Şişli'de, kibar ve eski bir aile, annemle ah- bap olduklarını sonra anladım. Fakat anası uygar bir ha- nim olmakla birlikte erkekle konuşmuyor, kendisinde eski bir Babıâli görgüsüyle temizlik, aşırı nezaket, azıcık da muhafazakârlık ağır basıyor fakat oğulları başka bir şey. O, Cemal kadar konuşmuyor, Cemal'in çok kere onu kızdırmak için İstanbullulara, İstanbul göreneğine hücu- muna cevap vermiyor. Fakat bu yalnızca sakinliği ve ne- zaketinden değil. İçinde bu şeylerin dokunamayacağı bir kale var. İhsan, yüksek, kayadan bir varlık. Onun biraz çilli, küçük bir yüzü, zarif ince burnu, beyaz dişleri ve bazen eski resimlere benzeyen ortası ayrık derin gözleri var; alafranga genç bir subay ruhundan başka özel şeyler taşıdığını seziyorum. Fakat o kendinden bir şey vermi- yor. Her vakit nazik, her vakit etrafındakilerin rahat ve arzusunu düşünen yeni bir Osmanlı örneği, Türk demi- yorum. Çünkü yeni Türk genci daha saldırgan, daha dal- galı, daha istediği çok olan bir yaratıktır. İhsan'ın belirli bir istediği yok. hur ve namus duygusuyla cepheden cepheye koşmuş, yaralanmış, fedakârlığı gösterişçi olma- yan biraz da mağrur bir insan. Lebon'u tercih etmekle birlikte o da genellikle bizimle geliyor, Cemal'in sevdiği 24 bir S nuşa iki g beni yaln te A İhsa yav: lerin yaz dirl der üçü siz, mu bik kan saç sö ön Zin ka sar m ye ar m 1. 2. 3.
Salim'in elini tuttum; çektim, gözünün içine baktım:
"Sen bacaklarını kaybetsen Fatma'n seni daha çok
sever mi?"
Salim anlamamış gibi gözlerini açtı. Sonra yavaş ya-
vaş gözlerine eski anlamsızlığı geldi. "Yavuklunu mu dü-
şünüyon beyim," dedi.
Salim'in ağzını elimle kapadım. Başım düştü.
Niçin ruhumun bu ateş gömleği sırtımdan canıma
geçiyor? Gözümden, dilimden kızıl, yakıcı yenlerini gös-
teriyor...
4 Kasım 1921
Gök kurşuni. Başım biraz yorgun ve içim titriyor.
Gök ışığını benim için kısmış gibi; içimde dinlenmek ih-
tiyacı var, içimde hafif gıcıklayıcı bir tebessüm var. Şimdi
İstanbul'un mütarekeden sonraki ilk günlerini düşünü-
yorum. Meserret Kıraathanesi'ndekiler bir gün bizim eve
toplanmış, propaganda akımına bizim de yardım etme-
mize karar vermişlerdi. Cemal ateşli ve samimi ruhuyla
buna çok inananlardan olmuştu. İhsan daha karamsar,
yalnız silah arkadaşlarının yaptığını yapıyordu. Propagan-
dayı milli derdimizin en büyük devası olarak görüyorduk.
Buna Babıâli'nin köhne daireleri, hatta şehzadeler ve pa-
dişah bile inanmış, İttihatçı, İtilafçı² bütün bir millet
propagandaya atılmıştı. Titreyerek hatırlarım. Dünyanın
bütün insanlığı birdenbire alnımıza kötü, karanlık bir
damga yapıştırmıştı. Ermeni kırımını yapan ve uygarlık
düşmanı Almanlarla işbirliği eden uygarlık düşmanları
bizdik. Zalim, barbar ve insanlığın ortadan kaldırması ge-
1. Ittihat ve Terakki Fırkası taraftarı. (Y.N.)
2. Hürriyet ve İtilaf Fırkası taraftarı. (Y.N.)
27
Lise Türkçe
İsim Tamlamaları
Salim'in elini tuttum; çektim, gözünün içine baktım: "Sen bacaklarını kaybetsen Fatma'n seni daha çok sever mi?" Salim anlamamış gibi gözlerini açtı. Sonra yavaş ya- vaş gözlerine eski anlamsızlığı geldi. "Yavuklunu mu dü- şünüyon beyim," dedi. Salim'in ağzını elimle kapadım. Başım düştü. Niçin ruhumun bu ateş gömleği sırtımdan canıma geçiyor? Gözümden, dilimden kızıl, yakıcı yenlerini gös- teriyor... 4 Kasım 1921 Gök kurşuni. Başım biraz yorgun ve içim titriyor. Gök ışığını benim için kısmış gibi; içimde dinlenmek ih- tiyacı var, içimde hafif gıcıklayıcı bir tebessüm var. Şimdi İstanbul'un mütarekeden sonraki ilk günlerini düşünü- yorum. Meserret Kıraathanesi'ndekiler bir gün bizim eve toplanmış, propaganda akımına bizim de yardım etme- mize karar vermişlerdi. Cemal ateşli ve samimi ruhuyla buna çok inananlardan olmuştu. İhsan daha karamsar, yalnız silah arkadaşlarının yaptığını yapıyordu. Propagan- dayı milli derdimizin en büyük devası olarak görüyorduk. Buna Babıâli'nin köhne daireleri, hatta şehzadeler ve pa- dişah bile inanmış, İttihatçı, İtilafçı² bütün bir millet propagandaya atılmıştı. Titreyerek hatırlarım. Dünyanın bütün insanlığı birdenbire alnımıza kötü, karanlık bir damga yapıştırmıştı. Ermeni kırımını yapan ve uygarlık düşmanı Almanlarla işbirliği eden uygarlık düşmanları bizdik. Zalim, barbar ve insanlığın ortadan kaldırması ge- 1. Ittihat ve Terakki Fırkası taraftarı. (Y.N.) 2. Hürriyet ve İtilaf Fırkası taraftarı. (Y.N.) 27
bir Sirkeci salonunda oturuyor, rakı içiyoruz. Sonra ko-
nuşarak, gülerek Köprü'yü birlikte geçip gidiyoruz. Bu
iki gencin birbirini sevdiğini çok istiyorum fakat biraz da
benim için birlikte gezmelerine karşı gurur hissediyorum,
yalnız anlıyorum ki daha tamamlanmamış olmakla birlik-
te Anadolu genci tipi Cemal, daha yeni ve daha yaygındır.
İhsan üzerinde iradesini şimdilik hissedilmeyecek kadar
yavaş fakat kesin olarak başat kılıyor. Bu iki genç birbir-
lerinden o kadar ayrı mıdırlar? Bilmiyorum. Bir paranın
yazı tura tarafı gibi birbirini bütünleyen şeyler değil mi-
dirler? İkisine de aynı şeyi yaptıran, aynı şeyi hissettiren
derin ve ilkel kuvvetler yok mu?
Ne iyi hatırlarım. Mütarekeden¹ birkaç gün sonra
üçümüz Babıâli'den birlikte indik. Sokaklar o kadar ses-
siz, herkesin yüzünde kendini için ekmiş öyle so-
murtkan, öyle saklı bir şey var ki! Halk o kadar savaştan
bıkmıştı. Niçin şimdi sevinmiyor? Savaşta akan beyhude
kanları mı, yoksa mütarekenin İstanbul'da karıştıracağı,
saçacağı çirkefi, deşilecek eski, kokmuş yaraların akıtaca-
ğı cerahati mi düşünüyor?
O akşam rakı içmeden geçtik. Birbirimize bir şey
söylemeden yürüdük, yürüdük, tam Beşiktaş Sarayı'nın²
önünde; mavi denizin üstünden azametli, kocaman demir
zırhlıların geçtiğini gördük. Cemal ellerini cebine koydu,
kaşları çatık, rengi sarı, deniz kenarına doğru yürüdü. İh-
san'ın yüzü daha sarı fakat daha kapalı görünüyordu. İki-
miz de gittik. Sahile beyaz köpükleriyle gelen firuze³ gibi
yeşilimtırak ve hain rengiyle Boğaziçi suları üstünden,
artık düşmanımız olmayan utkulu, yabancı bayraklı de-
mir zırhlılara baktık. Ne kadar ağır ve uzun geçiyorlar.
1. Mondros Ateşkes Antlaşması, 30 Ekim 1918. (Y.N.)
2. Dolmabahçe Sarayı. (Y.N.)
3. Mavi renkli, değerli bir mineral. (Y.N.)
25
Lise Türkçe
İsim Tamlamaları
bir Sirkeci salonunda oturuyor, rakı içiyoruz. Sonra ko- nuşarak, gülerek Köprü'yü birlikte geçip gidiyoruz. Bu iki gencin birbirini sevdiğini çok istiyorum fakat biraz da benim için birlikte gezmelerine karşı gurur hissediyorum, yalnız anlıyorum ki daha tamamlanmamış olmakla birlik- te Anadolu genci tipi Cemal, daha yeni ve daha yaygındır. İhsan üzerinde iradesini şimdilik hissedilmeyecek kadar yavaş fakat kesin olarak başat kılıyor. Bu iki genç birbir- lerinden o kadar ayrı mıdırlar? Bilmiyorum. Bir paranın yazı tura tarafı gibi birbirini bütünleyen şeyler değil mi- dirler? İkisine de aynı şeyi yaptıran, aynı şeyi hissettiren derin ve ilkel kuvvetler yok mu? Ne iyi hatırlarım. Mütarekeden¹ birkaç gün sonra üçümüz Babıâli'den birlikte indik. Sokaklar o kadar ses- siz, herkesin yüzünde kendini için ekmiş öyle so- murtkan, öyle saklı bir şey var ki! Halk o kadar savaştan bıkmıştı. Niçin şimdi sevinmiyor? Savaşta akan beyhude kanları mı, yoksa mütarekenin İstanbul'da karıştıracağı, saçacağı çirkefi, deşilecek eski, kokmuş yaraların akıtaca- ğı cerahati mi düşünüyor? O akşam rakı içmeden geçtik. Birbirimize bir şey söylemeden yürüdük, yürüdük, tam Beşiktaş Sarayı'nın² önünde; mavi denizin üstünden azametli, kocaman demir zırhlıların geçtiğini gördük. Cemal ellerini cebine koydu, kaşları çatık, rengi sarı, deniz kenarına doğru yürüdü. İh- san'ın yüzü daha sarı fakat daha kapalı görünüyordu. İki- miz de gittik. Sahile beyaz köpükleriyle gelen firuze³ gibi yeşilimtırak ve hain rengiyle Boğaziçi suları üstünden, artık düşmanımız olmayan utkulu, yabancı bayraklı de- mir zırhlılara baktık. Ne kadar ağır ve uzun geçiyorlar. 1. Mondros Ateşkes Antlaşması, 30 Ekim 1918. (Y.N.) 2. Dolmabahçe Sarayı. (Y.N.) 3. Mavi renkli, değerli bir mineral. (Y.N.) 25
Bizim olduğumuz yerde hiç ses yok, belki insan da
yok. Galata, Tophane taraflarında bir uğultu duyuyoruz.
Hayır, bir şey duymuyoruz. Yalnız benim kalbim pat pat
atıyor, yanımdakilerin belki zavallı yaraları sızlıyor, so-
ğuk, hareketsiz gözlerinde bin bir kanlı meydan muhare-
besinde düşenler uçuyor.
Cemal uykuda konuşuyor gibi, "Çanakkale'de bun-
lar girmesin diye saatte on bin Türk'ün şehit düştüğü
harpler yaptık," dedi.
İhsan soğuk ve sakin, "Yine girdiler..." dedi.
"Marifet biz kapıları beklerken girmekti, şimdi nide-
yim..."
Birdenbire döndük, paçaları lime lime yarım kun-
duralı, göğsünde savaş madalyasının yırtık bir kurdelesi,
uzun, heyula gibi bir Anadolu neferi... İhsan ve Cemal
ona doğru gittiler. Bana öyle geldi ki bu üçü de birörnek
insandır. Yüzleri, vücutları kaybolacak, üçü birbirine ka-
rışacak, hepsinden birdenbire bir tek insan çıkacak. Fa-
kat onların yalnız gözleri karıştı. Başlarını eğdiler. Birbir-
lerine ne dediler? Ben o an kendimi yabancı ve kutsal bir
dinin inkârcısı hissettim. Bir yabancı hürmetiyle sahile
doğru gittim ve ilk defa olarak onların yaptığı ezelî şeyi
yapmamış olmanın yoksunluğunu duydum. Yara, kan,
ölüm bana çekici ve erişilmez bir büyüklükle göründü.
Hatta bu utkulu demir gemileri arkamdaki üç adamdan
küçük ve tatsız buldum. Döndüğüm zaman neferin bir
eli İhsan'da, bir eli Cemal'deydi.
Haykırıyorum:
"Cemal! İhsan! Bak benim de iki bacağım koptu, ka-
fam parçalandı. Bana karşı sevginizde aşağı eğilen bir şey
vardı. Niçin bunları görmeden öldünüz? Ben de bu ezeli
şeyler için, bayrak için, namus için parçalandım."
Neferim başıma kolonya sürüyor, gözleri nemli, "Be-
yim, beyim, onlar şehit oldu. Ne mutlu, ağlama!" diyor.
26
Lise Türkçe
İsim Tamlamaları
Bizim olduğumuz yerde hiç ses yok, belki insan da yok. Galata, Tophane taraflarında bir uğultu duyuyoruz. Hayır, bir şey duymuyoruz. Yalnız benim kalbim pat pat atıyor, yanımdakilerin belki zavallı yaraları sızlıyor, so- ğuk, hareketsiz gözlerinde bin bir kanlı meydan muhare- besinde düşenler uçuyor. Cemal uykuda konuşuyor gibi, "Çanakkale'de bun- lar girmesin diye saatte on bin Türk'ün şehit düştüğü harpler yaptık," dedi. İhsan soğuk ve sakin, "Yine girdiler..." dedi. "Marifet biz kapıları beklerken girmekti, şimdi nide- yim..." Birdenbire döndük, paçaları lime lime yarım kun- duralı, göğsünde savaş madalyasının yırtık bir kurdelesi, uzun, heyula gibi bir Anadolu neferi... İhsan ve Cemal ona doğru gittiler. Bana öyle geldi ki bu üçü de birörnek insandır. Yüzleri, vücutları kaybolacak, üçü birbirine ka- rışacak, hepsinden birdenbire bir tek insan çıkacak. Fa- kat onların yalnız gözleri karıştı. Başlarını eğdiler. Birbir- lerine ne dediler? Ben o an kendimi yabancı ve kutsal bir dinin inkârcısı hissettim. Bir yabancı hürmetiyle sahile doğru gittim ve ilk defa olarak onların yaptığı ezelî şeyi yapmamış olmanın yoksunluğunu duydum. Yara, kan, ölüm bana çekici ve erişilmez bir büyüklükle göründü. Hatta bu utkulu demir gemileri arkamdaki üç adamdan küçük ve tatsız buldum. Döndüğüm zaman neferin bir eli İhsan'da, bir eli Cemal'deydi. Haykırıyorum: "Cemal! İhsan! Bak benim de iki bacağım koptu, ka- fam parçalandı. Bana karşı sevginizde aşağı eğilen bir şey vardı. Niçin bunları görmeden öldünüz? Ben de bu ezeli şeyler için, bayrak için, namus için parçalandım." Neferim başıma kolonya sürüyor, gözleri nemli, "Be- yim, beyim, onlar şehit oldu. Ne mutlu, ağlama!" diyor. 26
ğünü duydum. Gözlerimi açtım. Yalnız Harbiye Neza-
reti'nin uçaksavar topları uzaktan havayı yırtıyordu. Yer
de ev, dükkân enkazı, kol, bacak, insan bedeni vardı. Ta
karşıda, yokuşun başında çocuğunun elinden tutup acele
giden kadını ayakta, elleriyle başını döver buldum. Yerde
küçük bir kan yığını, boğuk bir çocuk hırıltısı vardı. Be-
yaz saçlı, siyah elbiseli bir ihtiyar Ermeni kadını, yarısı
yaya kaldırımının, yarısı şosenin üstünde, gözleri dön-
müş, yatıyordu. Açık, kıllı esmer göğsü kan içinde bir ha-
mal onun yanına düşmüştü. Yerler kan içinde. Yine mi-
dem bulanıyor. Kan ta o zamandan başlıyor. Cemal ile
İhsan sakin. Biri kadının çocuğunun yanına diz çökmüş,
öteki sıhhiye sedyesine yaralı hamalı koydurmak için yar-
dim ediyordu. Gözlerimi hemen kapadım. Ne kadar za-
man sonra Cemal'in sert eli omzuma dokundu:
"Kalk Peyami, pantolonunun ütüsünü bozacaksın."
Gözlerimi yine açtım baktım. İhsan da gelmiş, sarı
ve sakin bize bakıyordu.
"Ben korktum zannediyorum," dedim.
Cemal gülerek, "Ben de," dedi.
Ve bunu söylediği için onu daha çok sevdim. Çünkü
hayat bana en korkak adamların iddiayla cesaretten bah-
sedenler olduğunu öğretti. İki askerin uzattığı iki eli bir-
den aldım, kalktım. Ölümün ortasından yürüyerek geçtik
gittik. Tünel'de hatta neşeli olduk. Çünkü bütün şapkalı-
lar Cemal ve Ihsan'a garip garip bakıyor; yüzlerinin şek-
li bozulmaksızın acı ve utkulu, içlerinden gülüyorlardı.
Tünel'in öbür tarafında İhsan, "Lebon'da bir çay içe-
lim," diye bizi davet etti.
dar dolaşmak isterdim. Ama bu sakat kolumun eski ya
Cemal, "Bu gávurların arasında gülerek sabaha ka-
rası çok sızlıyor," dedi.
1. Tünel, Galata, Beyoğlu gayrimüslimlerin yoğun olarak bulundukları bölge-
lerdi. (Y.N.)
22
Lise Türkçe
İsim Tamlamaları
ğünü duydum. Gözlerimi açtım. Yalnız Harbiye Neza- reti'nin uçaksavar topları uzaktan havayı yırtıyordu. Yer de ev, dükkân enkazı, kol, bacak, insan bedeni vardı. Ta karşıda, yokuşun başında çocuğunun elinden tutup acele giden kadını ayakta, elleriyle başını döver buldum. Yerde küçük bir kan yığını, boğuk bir çocuk hırıltısı vardı. Be- yaz saçlı, siyah elbiseli bir ihtiyar Ermeni kadını, yarısı yaya kaldırımının, yarısı şosenin üstünde, gözleri dön- müş, yatıyordu. Açık, kıllı esmer göğsü kan içinde bir ha- mal onun yanına düşmüştü. Yerler kan içinde. Yine mi- dem bulanıyor. Kan ta o zamandan başlıyor. Cemal ile İhsan sakin. Biri kadının çocuğunun yanına diz çökmüş, öteki sıhhiye sedyesine yaralı hamalı koydurmak için yar- dim ediyordu. Gözlerimi hemen kapadım. Ne kadar za- man sonra Cemal'in sert eli omzuma dokundu: "Kalk Peyami, pantolonunun ütüsünü bozacaksın." Gözlerimi yine açtım baktım. İhsan da gelmiş, sarı ve sakin bize bakıyordu. "Ben korktum zannediyorum," dedim. Cemal gülerek, "Ben de," dedi. Ve bunu söylediği için onu daha çok sevdim. Çünkü hayat bana en korkak adamların iddiayla cesaretten bah- sedenler olduğunu öğretti. İki askerin uzattığı iki eli bir- den aldım, kalktım. Ölümün ortasından yürüyerek geçtik gittik. Tünel'de hatta neşeli olduk. Çünkü bütün şapkalı- lar Cemal ve Ihsan'a garip garip bakıyor; yüzlerinin şek- li bozulmaksızın acı ve utkulu, içlerinden gülüyorlardı. Tünel'in öbür tarafında İhsan, "Lebon'da bir çay içe- lim," diye bizi davet etti. dar dolaşmak isterdim. Ama bu sakat kolumun eski ya Cemal, "Bu gávurların arasında gülerek sabaha ka- rası çok sızlıyor," dedi. 1. Tünel, Galata, Beyoğlu gayrimüslimlerin yoğun olarak bulundukları bölge- lerdi. (Y.N.) 22
2. Izleme
yazar var mid
() Nostradamus
pagdaplarından
are aşağıdakile
etleri sırasıyla
to Sint/Türk Dili ve Edebiyat
27. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde ötekilerden farklı bir
isim tamlaması kullanılmıştır?
A) Dostlanmin bazılan kitabımla ilgili eleştirilerde bulun-
dular.
B) Evin onarımı için bazı firmalarla ön görüşme bile yap
migtik
C) Bir süre çocuğun sesi çıkmayınca kadın telaşla telefo-
na sarıldı.
D) Bu seyahatimizde trenin vagonunda yolculardan biri
aniden fenalaştı.
E) Kamp alanına giderken lastik patlayınca dağ başında
kalakaldık
28. Yolun üst başından Derleme Müdürlüğüne girdi. Mescit-
ten bozma yapı, havanın kapalılığı yüzünden daha da
karanlık bir hal almıştı. Merdivenleri tabanlarıyla yoklaya
yoklaya çıktı. Aliş merdiven başındaki yangın kovalarında
kağıt kayıklar yüzdürüyordu.
"Annen içeride mi?" diye sordu.
Kuşkulu gözlerle baktı yüzüne oğlu.
"İçeride." dedi.
"Hadi çağır, gelsin!"
Mustafa onun gidip annesinin kulağına söyleyeceğini sa-
nırken seslendi uzaktan:
"Anneeeee!"
Bu parçanın anlatımıyla ilgili aşağıdakilerden hangisi
söylenemez?
A) Olaylar anlatma tekniğinden yararlanılarak okura ak-
tarılmıştır.
B) Olaylar oluş sırasına göre verilmiştir.
C) Metinde diyalog tekniği kullanılmıştır.
D) Sade ve akıcı bir dil kullanılmıştır.
E) Anlatım kahraman anlatıcının bakış açısıyla verilmiş-
tir.
29. Aşağıdakilerden hangisinde virgütün kullanım amacı
diğerlerinden farklıdır?
30.
2. Izjeme
A) Üstü başı pislenmiş, elleri kirlenmiş, yüzü gözü çamur
içinde kalmış adam düştüğü yerden yavaşça kalkip
sendeleyerek yürümeye başladı.
B) Gözleri alevlenmiş, boyu birden bire bir dev kadar bü-
yümüş, kavuğu sivrilmiş, düşük bıyıklanı kabarmişti.
C) Erkenden kalkmış, bavulunu hazırlamış ve yola koyul-
muştur.
D) Sabaha kadar çalışmış, ertesi gün öğle saatlerinde
uyanmış, sınavı kaçıracağım telaşıyla alelacele evden
çıkmıştı.
E) Elindeki gazeteye uzun uzun bakmış, önemli bir ha-
ber göremeyince kahvaltısına kaldığı yerden devam
etmişti.
Bu islıkla uzayan yollar, dönen, kıvrılan yollar
Uykudaymış gibi görünen yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı, bir yağmur ince ince
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
***
Yukarıda verilen dizelerde kaç fiilimsi kullanılmış
A) 8
B) 7
D) 5
C) 6
E)
Lise Türkçe
İsim Tamlamaları
2. Izleme yazar var mid () Nostradamus pagdaplarından are aşağıdakile etleri sırasıyla to Sint/Türk Dili ve Edebiyat 27. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde ötekilerden farklı bir isim tamlaması kullanılmıştır? A) Dostlanmin bazılan kitabımla ilgili eleştirilerde bulun- dular. B) Evin onarımı için bazı firmalarla ön görüşme bile yap migtik C) Bir süre çocuğun sesi çıkmayınca kadın telaşla telefo- na sarıldı. D) Bu seyahatimizde trenin vagonunda yolculardan biri aniden fenalaştı. E) Kamp alanına giderken lastik patlayınca dağ başında kalakaldık 28. Yolun üst başından Derleme Müdürlüğüne girdi. Mescit- ten bozma yapı, havanın kapalılığı yüzünden daha da karanlık bir hal almıştı. Merdivenleri tabanlarıyla yoklaya yoklaya çıktı. Aliş merdiven başındaki yangın kovalarında kağıt kayıklar yüzdürüyordu. "Annen içeride mi?" diye sordu. Kuşkulu gözlerle baktı yüzüne oğlu. "İçeride." dedi. "Hadi çağır, gelsin!" Mustafa onun gidip annesinin kulağına söyleyeceğini sa- nırken seslendi uzaktan: "Anneeeee!" Bu parçanın anlatımıyla ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenemez? A) Olaylar anlatma tekniğinden yararlanılarak okura ak- tarılmıştır. B) Olaylar oluş sırasına göre verilmiştir. C) Metinde diyalog tekniği kullanılmıştır. D) Sade ve akıcı bir dil kullanılmıştır. E) Anlatım kahraman anlatıcının bakış açısıyla verilmiş- tir. 29. Aşağıdakilerden hangisinde virgütün kullanım amacı diğerlerinden farklıdır? 30. 2. Izjeme A) Üstü başı pislenmiş, elleri kirlenmiş, yüzü gözü çamur içinde kalmış adam düştüğü yerden yavaşça kalkip sendeleyerek yürümeye başladı. B) Gözleri alevlenmiş, boyu birden bire bir dev kadar bü- yümüş, kavuğu sivrilmiş, düşük bıyıklanı kabarmişti. C) Erkenden kalkmış, bavulunu hazırlamış ve yola koyul- muştur. D) Sabaha kadar çalışmış, ertesi gün öğle saatlerinde uyanmış, sınavı kaçıracağım telaşıyla alelacele evden çıkmıştı. E) Elindeki gazeteye uzun uzun bakmış, önemli bir ha- ber göremeyince kahvaltısına kaldığı yerden devam etmişti. Bu islıkla uzayan yollar, dönen, kıvrılan yollar Uykudaymış gibi görünen yollar Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu. Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu. Serpilmeye başladı, bir yağmur ince ince Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince *** Yukarıda verilen dizelerde kaç fiilimsi kullanılmış A) 8 B) 7 D) 5 C) 6 E)
Mai ve Siyah
için kulak kabartıyor; kafaları buhar ile şişmiş olan bütün bu
adamlar geciken kahveyi bekleyerek orada, şu perişan sof-
ranın kenarında yarım kalmış sözleri tamamlıyorlardı. Herkes
söylüyor, hiç kimse dinlemiyordu. Ahenksiz ölçüsüz aletler-
den meydana gelen bir müzik topluluğu gibi başı ve sonu
olmayan, kırık dökük konuşmalar, çok içilmiş, çok yenmiş
zamanlara mahsus bir dağınık fikir ve söz akışı...
Ali Şekip elmasını soymuştu; bozmayarak, sakatlamaya-
rak çıkarmaya muvaffak olduğu kabuğu karşısındaki şairey-
nin arasına fırlattı:
"Raci! Seni çatlattım," dedi.
Onlar lakırdılarını kesmediler. Raci diyordu ki:
"Bak, fikirlerimin sonucunu söyleyeyim. Onda tek bir şey
var: Yalnız ben yazayım, benden başka kimse yazmasın!"
"Demek, edebiyat tekeli! İmtiyaz sahibi: Hüseyin Nazmi."
Raci gülerek sustuğu zaman bir aralık arkadaşı -parlak
siyah gözlü, derin kırkılmış gür sakallı bir genç- başıyla Ali
Şekip'i işaret ederek sordu.
İkisi de onun şakasını anlamamıştı. Uzaktan olayı takip
eden kısa, kuru çocuk-Saib-yanlarına yaklaştı, yere düşen
elma kabuğunu bir ucundan tutarak gösterdi, nükteyi açıkla-
dı: Söylentiye göre meyvelerin kabukları öyle tamam soyu-
lursa şeytan çatlarmış! O, Ali Şekip'in latifesini pek parlak.
buluyor, kırık kırık, çirkin ve sinirli bir kahkaha ile gülüyordu.
Şaireyn bundan zevk alamadılar, Raci:
"Puf!.." dedi. "Soğuk! Sıfırın altında 30!.. Şunu Mir'at-i
Şuûn'un bir sayfasında imza koymadan yayımlasalar herkes
Ali Şekip'in olduğuna yemin ederdi."
- 19-
Lise Türkçe
İsim Tamlamaları
Mai ve Siyah için kulak kabartıyor; kafaları buhar ile şişmiş olan bütün bu adamlar geciken kahveyi bekleyerek orada, şu perişan sof- ranın kenarında yarım kalmış sözleri tamamlıyorlardı. Herkes söylüyor, hiç kimse dinlemiyordu. Ahenksiz ölçüsüz aletler- den meydana gelen bir müzik topluluğu gibi başı ve sonu olmayan, kırık dökük konuşmalar, çok içilmiş, çok yenmiş zamanlara mahsus bir dağınık fikir ve söz akışı... Ali Şekip elmasını soymuştu; bozmayarak, sakatlamaya- rak çıkarmaya muvaffak olduğu kabuğu karşısındaki şairey- nin arasına fırlattı: "Raci! Seni çatlattım," dedi. Onlar lakırdılarını kesmediler. Raci diyordu ki: "Bak, fikirlerimin sonucunu söyleyeyim. Onda tek bir şey var: Yalnız ben yazayım, benden başka kimse yazmasın!" "Demek, edebiyat tekeli! İmtiyaz sahibi: Hüseyin Nazmi." Raci gülerek sustuğu zaman bir aralık arkadaşı -parlak siyah gözlü, derin kırkılmış gür sakallı bir genç- başıyla Ali Şekip'i işaret ederek sordu. İkisi de onun şakasını anlamamıştı. Uzaktan olayı takip eden kısa, kuru çocuk-Saib-yanlarına yaklaştı, yere düşen elma kabuğunu bir ucundan tutarak gösterdi, nükteyi açıkla- dı: Söylentiye göre meyvelerin kabukları öyle tamam soyu- lursa şeytan çatlarmış! O, Ali Şekip'in latifesini pek parlak. buluyor, kırık kırık, çirkin ve sinirli bir kahkaha ile gülüyordu. Şaireyn bundan zevk alamadılar, Raci: "Puf!.." dedi. "Soğuk! Sıfırın altında 30!.. Şunu Mir'at-i Şuûn'un bir sayfasında imza koymadan yayımlasalar herkes Ali Şekip'in olduğuna yemin ederdi." - 19-